Mart 2008 ‘de, Güney Kıbrıs seçimlerinin hemen ardından, BM ve temsil ettiği uluslararası camia Kıbrıs sorununun 44 üncü yılını geride bırakacaktır. Yeni bir BM “çözüm süreci”nin
başlaması Türk kanadı kadar Rum-Yunan kanadının da onayına bağlıdır.
Rum kanadının Mayıs 2004’de, çözüm olmaksızın, AB bünyesinde tam üyelik ödülü ile optimal bir noktaya kavuşmasına izin verilmesi BM nin çözüm parametrelerini ortadan kaldırmış ve Kıbrıs’ta vaki olacak bir çözümün stratejik tüm avantajlarını peşinen Rum kanadına armağan etmiştir. Bu büyük haksızlığa gerek BM gerekse AB üye ülkeleri taraf olması düşündürücüdür. Siyasal çözümün , ekonomik ve siyasal, tüm meyvelerini elde etmiş bir tarafın “Kıbrıs Cumhuriyeti” Devletini Kıbrıs Türkü ile eşit kurucu ortaklık temelinde ve
KKTC’ye eşit ağırlıkta yeniden ele alması ve müzakere etmesi düşünülemez.
Bu nedenle, Rum-Yunan kanadı, Mayıs 2004 tam üyelikle birlikte, onurlu bir barış arayışı yerine KKTC’nin sıfırlanması, Anavatan Türkiye’nin askeri,ekonomik ve siyasal güvencelerinin Kıbrıs Türkü açısından ortadan kalkması ve Kıbrıs Türkünün Helen Egemenliğine osmosis süreci ile entegre edilmesi stratejisine yönelmiştir. AB, bu son derece vahim süreci desteklemekte gecikmemiştir. Bu koşullarda sözde “önkoşulsuz” masaya oturma hevesleri BM ve AB ambalajında tüm Kıbrıs için Helen egemenliğinin uluslar arası gündeme oturmasını sağlamaktan öteye bir yarar sağlamayacaktır. Esasen bu güçlü konumdan Kıbrıs Türkünü yeni bir oyalama sürecinde yormak, kemirmek ve eritmenin hiç de zor olmayacağının hesabını yapmış olan Rumların ciddi bir çözüm arayışı içine girmeyeceği açıktır ve Anan referandumundan sonraki dönem bunu kanıtlamıştır.
Güney Kıbrıs’ta 17 Şubat seçimlerinin bu durumu değiştirmeyeceği ise kesindir.
Rum-Yunan kanadında ciddi bir değişiklik karşılaşabilecekleri siyasal, ekonomik ve askeri bedelle orantılıdır. Seçim sürecinde bir ABD’nin , Rum-Yunan kanadına karşı kayda değer bir bedel üretmesi pek mümkün görünmemektedir. AB’nin ise iki asli üyesine karşı bir politika izlemesi veya yaptırım uygulaması tamamen hayalden ibarettir.
En büyük tuzak ise KKTC’nin üzerindeki ambargoların kademeli olarak ortadan kalkacağının işaretlerini vermek suretiyle kırmızı çizgilerimizi tatmin etmeyen yeni bir taviz sürecinde bizleri masaya oturtma tuzağıdır. Bu itibarla Shroder ziyareti ile limanlar konusundaki AB açıklamasına temkinli yaklaşmalıyız. KIBRIS TÜRKÜ 44 YILDAN BERİ BU TÜR YAKLAŞIMLARLA AVUTULMUŞ VE YARIM ASRA YAKIN BİR SÜRE DÜNYA PLATFORMLARINDA RUMLARA EŞİT HAK VE MENFAATLERİMİZ ÇİĞNENMİŞTİR. ULUSLARARASI CAMİA HİÇ BİR ÜLKENİN HALKINA OLMADIĞI KADAR KKTC HALKINA BORÇLUDUR VE BU BORCU, KIBRISTA İKİ HALKIN EŞİT SİYASAL KİMLİĞİNİ TESLİM EDEREK VE TÜM AMBARGOLARI KALDIRARAK SIFIRLAMA İRADESİNİ ORTAYA KOYMALIDIR. 44 yıllık borç sıfırlanmadan ve Rum ve Türk Halkları ve demokratik kurum ve yöneticileri ayni eşit muameleye tabi tutulmadan toplumlararası görüşmelere oturmak geriye dönüşü olmayan tarihi bir sürece teslim olmak demektir. Bu tarihi hatayı tekrarlamamak TC ve KKTC hükümetleri ve Meclislerine düşmektedir. Söz konusu süreçten Türk kanadının kazançlı çıkması mümkün değildir. Türk kanadının yeni Helen / AB dayatmaları karşısında masadan çekilmesi TC ve KKTC’ye ciddi ekonomik ve siyasal bedelleri de beraberinde getirecektir.
ULUSLAR ARASI CAMİA, 44 YILDIR ASKIYA ALDIĞI VECİBELERİNİ YERİNE GETİRMEDEN, DAYATMA VE TEHDİTLERİN GÖLGESİNDE MÜZAKERE MASASINA OTURMAMALIYIZ. KKTC’NİN YAŞATILMASI İÇİN YEMİN ETMİŞ TÜM MECLİS ÜYELERİNİN HELEN BAYRAĞI GÖLGESİNDE TUTSAK EDİLMİŞ YENİ NESİLLER YARATACAK BU SÜRECE HAYIR DİYECEKLERİNİ ÜMİT ETMEKTEYİM.