Bosna Hersek anıları – 7- ( Düşler vadisi Blagay)

Cennet kadar güzel çiftlikten ayrılmayı hiç istemiyordum. Her güzel şeyin bir sonu var elbette.

Cennet kadar güzel çiftlikten ayrılmayı hiç istemiyordum. Her güzel şeyin bir sonu var elbette. Şimdi Blagay’a doğru yola çıkıyoruz. Ama yolumuzun üzerinde küçük, tarihi bir köy varmış ona uğrayacağız. Hava çok sıcak... Sanırım bu bölgeler daha nemli, bu yüzden hissedilen sıcaklı da fazla oluyor.

Otobüsten iniyoruz. Şöyle serince, esintili bir yer arıyoruz. Tezgahlarını açmış bir sürü satıcı var, hediyelik eşya satıyorlar. Bir kenarda da kuru kayısı taze çilek ve kiraz satanlar var. Hemen atıştırmalık bir şeyler alıyoruz. Mustafa Berçin, kocaman bir torba dolusu kiraz alıp yıkıyor ve elinde torba, hepimize ikram ediyor. Dağıttıkça çoğalıyor sanki ve hiç bitmiyor.

Burası minicik bir köy... Tepelede kale var ve evler çok ilginç. Damlar bir çeşit kaya kiremitle örtülü... Yani kiremit yerine, düzleştirilmiş, inceltilmiş, yassı kayalar dizilmiş. Sanki araları da betonla sıvanmış. Tonlarca ağırlıktaki bu taşları, hangi güçlü çatı kaldırır acaba? Gri bir görüntü... Zaten evlerin damları, özellikle ülkenin kuzeyinde dar açılarla , külah gibi yapılıyor. Tıpkı masallardaki evlere benziyor. Aşırı kar yağışında damlarda karların birikmesini önlemek için elbette. Romanyada da böyle yapılar görmüştüm.

Burada bana çok ilginç gelen bir şey daha var. Ortalarda ne kedi, ne köpek dolaşmıyor. Köylerde hayvancılık var ama gene otlayan hayvan filan görmüyorsunuz. Belli ki yola yakın yerleri bu işler için kullanmıyorlar. En önemlisi de nasıl oluyor da köylerde gübre kokusu yok. Her yer o kadar temiz ki evlerin minik bahçeleri bile çimen ve çiçeklerle bezeli... Az sayıda ev varsa orası köy...

Yukarılarda kafeler var. Soğuk bir şeyler buluyoruz, kimimiz de Boşnak kahvesi içiyor. Artık bu kahveye alıştım. Günde iki- üç tane içiyorum. Güzel kokulu ve köpüklü... Doğrusu bizim kahveye benziyor.

Bu çevrede belli ki bol bol meyve yetişiyor. Toprak da bereketli görünüyor, kahverengi ve iştahla kabarmış. Dağlar, vadiler, tüneller, yol boyuca bize eşlik eden ırmaklar... Su, hayat demek, su her şey demek...

Çok geç kalmadan Blagay’ a doğru yola çıkıyoruz. Akşam yemeğini orada yiyeceğiz. Bu kez yemeğimiz alabalık... Nihayet et yemeklerinin yerini balık alıyor. Bu iştahımızı açıyor. Yol, yine kıvrıla büküle gidiyor. Aman diyorum, otobüs tutmasın. Aralıklarla gidince sorun yok. Milleti korkuttuğum için en önde yerim kalıcı oluyor. Derken adeta bir kanyona giriyoruz. Saklıkent gibi, derin vadinin içinde köpürerek akan bir su... Ama ne su!... Kayaların içinden fışkırarak, yükseklerden çağlayan gibi dökülüyor, köpürerek çağlayarak akıyor. Suya bir süre bakınca insanın başı dönüyor.

Nehir kıyısına inişte sağlı sollu satıcılar var. Kocaman köprüden karşı kıyıya geçiyoruz. Diğer köprüden elele tutuşarak giden ilkokul yaşında öğrenciler geçiyor. Yanlarında öğretmenleri... Bizim oturduğumuz masaların az ilerisine yerleşiyorlar. Yarımadacık gibi olan otuma bölümünün etrafından sular köpürerek akıyor. Dikkat ediyorum, tüm çocuklar gayet sakin, kurallara uyuyor. Bizim çocuklarımız olsa birkaç tanesi itiş kakıştan çoktan suya düşmüştü, diyorum içimden. Ya da durmadan bağıran, yapma etme diye yalvaran anne babalar olurdu...

Burada bulunan ve islam dinini yaymış olanlara ait bir tekke varmış. Tadilat nedeniyle girmemize izin yok. Derin vadi içinden akan suyun kaynağına yakın yürüyoruz ve fotoğraflar çekiyoruz. Çevresi alabalık lokantalarıyla dolu... Görünen o ki, hiç boş masa yok... Bizim gibi Türkiye’den gelen gruplar da var... Yabancılar, büyük bir hayranlık gösyeriyorlar.

Bol salata eşliğinde alabalıkları afiyetle yiyoruz. Neredeyse tepemize abanan dağlar, insana büyüklükleriyle alçakgönüllü olma erdemini tekrar ettirir gibi... Su kenarında çınarlar, salkım söğütler... Öyle bir huzur var ki burada, giderken beraberinizde o da sizinle geliyor, peşinize düşüyor adeta...

Tekrara yoldayız. Yönümüz ters olduğundan yine Mostar’a dönüyoruz. Güneş, dağların ardına çekilmeye hazırlanıyor. Sanki bu ülkede günler daha uzun geliyor bana... Bir türlü akşam olmuyor sanki... Aslında güne çok şey sığdırmanın göstergesi elbette. Mostar’da köprüye çıkıyoruz yine. Biz dün gezdik ama gruptakiler buraya gelmedi. Onlar için bir daha geziyoruz. Akşamın ışıkları tek tük yanmaya başlıyor. Caminin önünde otobüse bineceğiz. Amir Brka ve eşi Aida’da bizimle. Sokaklardan geçerken sohbet ediyoruz. Onları Kıbrıs’a davet ediyorum. Onlara iki oğlumdan söz ediyorum. Onların da iki oğlu var. 20 ve 12 yaşında... Amir Bey, izlenimlerimi soruyor Cenana’ya. Onları incitici, üzücü düşüncelerimi kendime saklıyorum. Hani savaşla ilgili ... Büyülü bir yer olduğunu ve kendimi huzur dolu hissettiğimi söylüyorum.

Tekrara yola koyuluyoruz. Belli ki ancak gece yarısı varacağız Sarayevo’ya... Otobüste herkes yorgun. Yarı uykulu Bosnia Oteline varıyoruz...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber 2816 defa okunmuştur

:

:

:

: