20 Temmuzun 37. Yıl dönümü anlamına yakışmayacak şekilde yaşandı ve bitti. Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan da ülkemizden ayrıldı. İşte yine kendi kendimizle kaldık. Sayın Erdoğan önemli açıklamalar yaptı. İç konular ve sıkıntılarla ilgili bilgi alışverişinde bulundu. Kıbrıs adasının önümüzdeki dönemlerde daha farklı bir süreç yaşayacağıkesin. Sayın Erdoğan’ın yaptığı açıklamaları analiz etmek gerekirse, Güzelyurt,
Karpaz ve Maraş’la ilgili kesin bir dille verilmeyeceğini seslendirmesi önemli
bir nokta. Bu duruma güney Kıbrıs ve
çeşitli dış merkezlerden değerlendirmeler ve eleştiriler geldi. Ortak nokta bu
düşüncelerin
görüşmelere pozitif etki yapmadığı, tahrik edici unsur taşıdığı ve şantaj içerdiği.
Şimdi, Sayın Erdoğan çok doğru söylemiş demeyeceğim ama artık güney Kıbrıs’ta,
AB’de yanlış yaptığını kabullensin. Güneyin yaşadığı patlama olayıyla bir kez
daha anlaşıldı ki bu adada yaşayan iki halkında birbirine ihtiyacı var. Yapılan
hataların telafisi, için adımlar atsın. Eleştiri noktam ise müzakere süreci
devam ederken bu tür açıklamaları gereksiz bulmam. Sonuçta devam eden bir
görüşme maratonu var. Daha ılımlı açıklamalar yapılsa idi bu ortam çözüm adına
daha etkin kullanılabilirdi. Peki, Sayın Erdoğan bu açıklamaları Kıbrıs Türk
halkının gözündeki imajını yenileme amaçlı mı, yoksa Türkiye’nin yeni yol
haritası ekseninde mi yaptı. Bu
önümüzdeki süreçte ortaya çıkacak.
20 Temmuz, anlamı itibarı ile bu
ülke için çok önemli bir tarihin yıl dönümüdür. Bu yıl daha öncekilere nazaran
daha farklı olaylar ve düşünceler ortaya çıkmıştır. Şimdi kutlamalar, törenler
bitti. Peki, geriye ne kaldı? Yeniden tırmanan gerginlik. Yeniden ülke
insanının kutuplaşması. Böyle devlet ciddiyetsizliği olmaz. Bu memleketi bu hallere
getiren, bu siyasi
mekanizma, buna prim veren, bu düzenden rant sağlayan, 37 yıldır devlet
imkanlarından faydalanan çevreler en başta ki sorumlulardır. Ankara’nın günahı
yok mu? Elbette var. Ve bugün bunun yansımaları ortaya çıkıyor. Türkiye’nin
ciddi anlamda bir Kıbrıs sorunu vardır. Yanlış üzerine yanlış yapılması da bu
sorunu tırmandırıyor. KKTC’deki siyasi erk bu sorunun çözümü için gerekli irade
ve güvene sahip değildir. Bu gerçek bir
kez daha ortaya çıkmıştır. Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan’ın KKTC ziyareti
sırasında alkışlayanlar olduğu gibi protesto edenlerin olması da gayet
doğaldır. Bu düşüncemi daha öncede ortaya koymuştum. Bunların hepsi demokratik
haklar içerisinde kabul edilmeli. Sayın Erdoğan 75 milyon insanı yöneten bir
başbakandır,
bu kadar abartıya, bu kadar zıtlaşmaya, insanların üzerine polisi sürmeye ne
gerek vardı?
Anlamak zor.
Bu ne kin, bu ne anlayış, bu ne düşünce. Polisime bak. Ülkede asayişin
yerlerde süründüğü, olayın eksik olmadığı memlekette polis babası yaşında bir
insana gâvurun bilmem nesi diyerek patlatıyor yumruğu. Kıbrıs’ın kuzeyinde hiç
olmadık şeyler
oluyor. İnsanların konuşması, eylem yapması, demokratik hakkını kullanması çağ
dışı yöntemlerle engellenmek isteniyor. Efendiler,
ayıp oluyor, yazık oluyor. Bu demokrasinin
kara lekesidir. Bu KKTC hükümetinin de, polisinin de ayıbıdır. Böyle yaparak
sadece Türkiye tepkisini, Kıbrıslı, Türkiyeli ayırımını körüklemekten başka bir
şeye hizmet etmiyorsunuz. Anlaşılan o ki
bu ayırım polis teşkilatı içerisinde de küçümsenmeyecek bir noktada. Bu bir
genelleme değil. Elbette bu işin sorumlulukları çerçevesinde yerine
getirenlerde var. Ama bu işin tadı kaçtı. Bu önemli dönem, bu önemli açılışlar,
bu önemli mesajlar gölgede kaldı. Polis
teşkilatı, Güvenlik kuvvetleri, İçişleri Bakanlığı derhal üzerine düşeni
yapmalı. Ortada resimler, görüntüler var. Saldırıya uğrayanlar, mutlaka
savcılığa başvurmalı. Bu işin sorumluları cezasını çekmeli. Yoksa bunun
altından kimse kalkamaz.