Her ne kadar
maneviyatımız tartışılsa da birçok maneviyat sahibinden daha maneviyatçı
olduğumuz kesin. Hiç olmazsa hiçbir şeyi göz boyamak için yapmıyoruz. Kendi
içimizde yaşıyoruz her şeyimizi. İnancımızda, imanımızda vicdanımızla
örtüşüyor. Esas olan isteyenin istediği gibi yaşamasıdır. Bir saate gelmeyen bu
hayat başkaları için yaşanmamalı. Bir bayram sevinci daha geride kaldı. Eski
bayram tadı yaşandı mı? Diye sorsam alacağım cevap büyük oranda “Hayırdır”.
Bayramlar gelir geçer, eskiye özlem geçmez. Evlerde ziyaretçi sayısı her bayram
daha da azalır. Şimdiki çocuklar, bizim çocukluğumuzda yaşadığımız gibi yeni
ayakkabının, yeni kıyafetin heyecanını yaşamıyor artık.
Doğru söz buysa,
buruk bir bayram heyecanı yaşandı. Bu burukluğa birinci Cumhurbaşkanı Sayın
Denktaş’ın ve eski bakanlardan gazeteci Sayın Kotak’ın sağlık durumlarındaki
olumsuzluklar da eklenince durum daha da tatsız bir hal aldı. Her iki büyüğüme
de bir kez daha acil şifalar diliyorum. İçinde bulunduğumuz süreçte, kriz
yönetmenin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Yaşadığımız sıkıntılar beklide
yıllardır vardı. Fakat yıllarca ne nüfusumuzun önlemsiz ve çaresizce arttığını
fark ettik, ne olaysız günümüzün geçtiğini, ne de artık geriye dönüşün
olmadığını. Oysa istediğimiz çok bir şey değildi. Özgür olmak için mücadele
vermiş, ileriye daha güvenle bakan, ayakları daha sağlam basan, ne istediğini
bilen kimlikli bir toplum. Ama Rum’un ganimeti o kadar tatlı ve baş döndürücü
geldi ki, bir gün bunları sorgulayacağımızı düşünemedik. Düşünmek işimize gelmedi.
Kalk dediler kalktık. Otur dediler oturduk. Kendisine saygısı olmayan
toplumlara kimse saygı göstermez. Son zamanlarda tartışılan bir konu da “Kıbrıs
Türk Toplumunun lideri yok” şeklindeki düşüncedir. Liderlik düşüncesi bana daha
çok tek isimliliği çağrıştırdığı için pek sıcak bakmıyorum. Fakat toplum bir
oraya bir buraya savrulurken bir ihtiyaç olduğunu da kabulleniyorum. Her şeyden
önce toplumunu düşünecek, toplumsal çıkarları, siyasi çıkarların önünde
tutacak, kendisine güvenen, bir halk arkasında iken kimsenin önünde eğilmeyecek
bir lider. Elbette toplumun lider olduğu bir düzen daha çok arzulanmalı. Toplum
liderliğinin, zaman içerisinde kişisel düşüncelere yönelmesi, liderin toplum
düşüncesine değil, toplumun liderin düşüncesine yaklaşmasını sağlar. İşte bu
noktada toplumsal değil, kişisel çıkarlar ön plana çıkar. Kıbrıs’ın kuzeyindeki
düşüncenin hangi noktada olduğu bu anlamda apaçık ortada.
Biraz da bayram vesilesiyle, insani ilişkiler
açısından yoğun geçen üç günden verebileceğim ilk not “Toplum lider arıyor”
yaklaşımıdır. Aslında lider derken amaç güvenmektir. Kıbrıs Türk siyasetine yön
veren siyasi partiler de, siyasi kimlikler de toplum nazarında güven kurumunu
önemli oranda sekteye uğratmışlardır. Toplum için seslendirilen her düşünce
günün sonunda siyasi çıkara kurban edilmiştir. Çok açık bir şekilde
gözlemlediğim olay toplumun gelecek için güven duymadığıdır. Hemen her yerde
söylenen şu “Siz bizim sesimiz olun”. Sizden anlatılmak istenen genel olarak
“Basın” gücüdür. Endişe ve bir yerde eskiye özlem vardır. İnsanlar kapısını,
penceresini rahatça açık bırakabildikleri, Lefkoşa’nın, Girne’nin günün
herhangi bir saatinde güven içerisinde gezebildikleri sokaklarını
özlemişlerdir. Nerde o eski günler, eski bayramlar? Beklentisi aslında bu
özlemin bir yansımasıdır. Bu cümlelerle gelinen ortak payda toplumun geneli
için geçerlidir. Her gelen ayni yaklaşımının umutsuzluğa eş olduğu
anlaşılmalıdır. Şimdi kim çıkıp da kendine güvenerek ve en samimi haliyle
“Güzel günler yakındır” diyecek. Yada bu söyleme kim nasıl inanacak. Bu noktada
işin özü budur. Rahmetli Uğur Mumcu, bu yaklaşımla örtüşen cümlesinde ne güzel
söylemiş “Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız
be tablonun ressamlarıdır”.