Kıbrıs Türkü her şart ve koşulda ticarette birincidir. Üstelik yaptığınız işin ille de ticaret olması da gerekmez. Ticaretle ilgili çok bilindik bir laf vardır. Eğer bir tüccara malının fiyatını soracak olursanız size, ‘sen alıyor musun, satıyor musun?’diye sorar. Çünkü eğer o malı alıyorsanız o tüccarın malı en iyisidir ve bunun karşılığında da fiyatının yüksek olması kaçınılmazdır. Yok eğer alıcı değil de satıcıysanız o zaman sizin satacağınız malın hiçbir kıymeti yoktur ve bu nedenle de en ucuz fiyat teklif edilir.
Siyasilerimizde siyaseti bir tüccar çerçevesinden görüyor olacaklar ki ilişkilerini bu şekilde sürdürüyorlar. Kimi zaman satıcı kimi zaman da alıcı olarak, durumlara göre taktik değişimine gidiyorlar. Eğer iktidardalarsa başka, muhalefettelerse bambaşka davranıyorlar. Günün iktidar partisi muhalefete düştüğü anda başlıyor iktidar partisini yerden yere vurmaya. Benzer durum muhalefet partilerinin iktidara geldikleri zamanda da yaşanıyor.
Hepimizin hatırlayacağı gibi Annan Planı döneminde o günün muhalefet günümüzün iktidar partisi, halkın büyük çoğunluğunun ‘evet’ demesine rağmen, ‘hayır’demişti. Hatta yine hatırlayacağınız üzere ‘evet’ diyenlerin vatan haini dahi olabilecekleri yönünde sert söylemler dile getirilmişti. Şimdilerdeyse iktidar partimiz müzakere ve çözüme ‘evet’ diyerek tüm çevrelerden sempati toplama ve mükafatlandırılma beklentisi içerisindedir. Zira Kıbrıs Türkü’nün bundan başka tutunabileceği bir dal da yoktur.
Yaklaşık 1,5 yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı ile Din İşleri Dairesi’nin birlikte koordine ettikleri Kur’an kurslarına yönelik tepkiler hepimizin aklındadır. O dönem ortalığın bayağı bir karışmasına neden olan bu kurslar, sendika ve öğretmenlerin protestolarına maruz kalmış hatta derslikler polis eşliğinde basılmıştı. Hükümetse yaşanılan tüm bu gelişmelere rağmen sessizliğini korumayı tercih etmişti. Ancak o dönem konuyu gündemine taşıyan tüm gazetelere, televizyonlara ve bürokratlara ‘hodri meydan’ çekmek de eksik edilmemişti. ‘Cesaretin varsa gel de okullarımıza Kur’an derslerini sok’ diye üstü kapalı tehditler vardı. İşte tüm bunların sonucunda geri adım atıldı. Peki gelinen nokta ne oldu?
Son günlerde ülkemizde İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT) ve Dışişleri Bakanlığı’nın ortak organizasyonu ile “İslam İşbirliği Teşkilatına Üye Ülkelerde Yüksek Öğrenim Hizmetleri Forumu ve Sergisi” yapılıyor. Bu foruma hükümetin üst düzey desteği ve katılımı da söz konusu. Çünkü bu forum, Kıbrıs Türk Halkı’na uygulanan haksız ambargo ve kısıtlamaların aşılması yönünde İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkelerin desteğinin alınması açısından son derece önemli. Bugün gelinen noktaya baktığımız zaman geçen 1,5 yıllık süre içerisinde epey bir mesafe aldığımız hepimizin görebileceği bir gerçektir. Önceleri, İslam kelimesini kullanmaya bile cesaret edemezken şimdilerde İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkelerle forumlar, sergiler, işbirliği yapıyoruz. Bunun altında yatan iki önemli nokta var:
Birincisi; görünüyor ki kardeş ülkelerden daha çok destek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız da forumda yaptığı konuşmada dile getirdi. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Londra’da yaptığı, “Ya altı ayda uzlaşın ya da KKTC’yi tanıyın’ açıklaması da 2012 yılı için stratejimizi ortaya koymuştur. Yine Türkiye AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın “KKTC’yi tanımak ve diplomatik ilişkiler kurmak için bizden haber bekleyen birçok ülke var” açıklaması da bu hedefe yöneliktir. Kısaca KKTC ‘nin tanınmasında İslam ülkelerinin oynacağı rol büyük olacak.
İkinci noktada ise; ülkemizde Yakın Doğu Üniversitesi’nde bir İlahiyat Fakültesi açılıyor. Tıpkı ülkemizde olmayan başka fakültelerin açıldığı gibi... Sayın Cumhurbaşkanımız Forumda İslam Teşkilatı üyelerine “Biz size, siz de bize öğrenci öğrenci gönderiniz” diye İslam ülkelerinden beklentilerini dile getiyor.
Bir buçuk yıl önce okullarımızda kuran kurslarına karşı çıkıyorduk ya e ne olmuş şimdi de ticaretten iyi anladığımız için İlahiyat Fakültesi açıyor, İslam ülkelerine; “öğrencilerinizi bize gönderin, İlahiyat Fakültemizde dini eğitimlerini de verelim” diyoruz.
Dedik ya Kıbrıslı’dan daha iyi tüccar olmaz diye. İşte o yüzden sıra şimdi siyaseti Sarayönü’nde tavla oynamak gibi değil ,gelişmiş ülkelerde olduğu gibi satranç oynar gibi görmektedir. Eğer bunu başarırsak Yahudiye bile ticarette papucunu ters giydirdiğimiz gibi siyasette de aynı başarıyı yakalarız. Ticaret denildi mi bizden daha iyisi yoktur. Mühim olan ‘alıyor muyuz ,satıyo rmuyuz’haberidir. Ne de olsa fiyatı ona göre belirleriz.
“IT IS A FUNNY OLD WORLD”