İngiltere’nin başkenti Londra’daki lüks evi için aldığı konut kredisi bedelini düşük göstererek yolsuzluk yaptığı iddia edilen Kültür Bakanı Maria Miller, parlamento denetim komitesi tarafından suçlamalardan aklanmış olmasına rağmen istifa etti.
Miller Başbakan David Cameron’a gönderdiği istifa mektubunda “Sayın Başbakanım, bana gösterdiğiniz kişisel desteğe minnettarım ancak farkına vardım ki bu yaşananlar bu hükümetin tüm ülkede yaptığı faaliyetleri gölgeliyor” dedi.
İngiltere’nin göçten sorumlu devlet bakanı Mark Harper de bundan iki ay önce, Londra’daki evinde 2007 yılından beri çalışan temizlikçinin yasa dışı bir göçmen olduğunu fark edince görevinden istifa etmişti.Harper, 2007 yılından 2012 yılına dek ülkede çalışma izni olan temizlikçinin, bu tarihten sonra kendisine sahte belgeler temin ettiğini, sahtekarlığı 6 Şubat 2014 tarihinde fark ettiğini ve anında durumu İçişleri Bakanlığı’na bildirip istifa kararı aldığını açıkladı.
İstifası ile ilgili Başbakan David Cameron’a açık bir mektup yazan Harper, “ Hiçbir noktada yasaları çiğnememiş olsam da göç yasalarını sıkılaştırmak için çalışmalar yürüten bir bakan olarak böyle konularda kendimi sıradan insanlardan daha yüksek kriterlerle yargılamalıyım” dedi.
Yine İngiliz İçişleri Bakanı gece parkta yürürken saldırıya uğrayarak cüzdanını kaybetmesi nedeniyle istifa ederken, “kendini koruyamayan halkı nasıl koruyacak diye düşünecekler” gerekçesini sunmuştu.
Bundan üç dört yıl önce de, İngiltere’de şahsi harcamalarını devlete fatura ettiği ortaya çıkan politikacılardan 4 bakan koltuğundan olmuş, büyük kısmı yasalara uygun olan harcamalar yüzünden 20’ye yakın milletvekili de siyasetten çekilmişti.
Sadece İngiltere değil bize bu demokratik ve etik örneklerini sunan… Dünyanın birçok ülkesinde aynı gerekçelerle birçok Bakan istifa etti, ediyor. İstifa nedenleri ise demokrasinin üçayağının da birbiriyle uyumlu hareket etmesi…
Nasıl mı? Anlatalım; Demokrasiyle yönetilen ülkelerde halk, kendisine verilen yetkiyle yöneticisini seçer ve otorite verir. “Sen beni yönet” dediği yönetici otoriteyle birlikte, bir başka şeyi de kabullenip içselleştirmiştir: Mesuliyet. Yönetici otoritesini mesuliyetleri çerçevesinde kullanır. Bu demokratik sarmalın üçüncü ayağı da ‘hesap verme’dir. İngiliz buna “accauntabilty” der. Halk bu kısmı kendisine saklar. Hesap sorma yetkisi halktadır. İngiltere’de de Bakanların çekinmesine sebep olan mesuliyet ve hesap verme kuralının iyi işlemesidir.
Yazık ki KKTC’de siyasiler mesuliyet kısmını es geçtiği, halk da en önemli kazanımı olan “hesap sorabilirlik” kısmına sahip çıkamadığı için demokrasi işlerliğini kaybetmiştir. Şimdi şu soruyu sormak gerek: Onlar (İngilizler) kişi olarak bizden daha mı prensip sahibi? Belki evet, belki değil. Çünkü orada istifa etmekten başka çareleri yok. Şayet istifa etmemiş olsalar Meclis’te soru yağmuruna tutulacaklar ve halk asla affetmeyecek. Siyasetçi o sandalyeyi talep ettiğinde, prestijle birlikte mükellefiyeti de sahiplendiğinden, hesap sorulacağını bildiği için, bizzat kendi sorumluluğunda olmayan durumlardan bile sorumlu tutulabilmektedir. Örneğin bir Sağlık Bakanı’nın, izin gününde evde dinlenirken, hastanede yaşanan bir olumsuzluğu, “ben izinliydim” diyerek sahiplenmeme lüksü yoktur. Kendi bilgisi dahilinde olmayan bir olaydan bile mesuldür o Bakan. Buradaki konu, kişilere değil, makamlara yüklenen anlamdır.
KKTC’de ise halk tarafından seçilen siyasiler nedense o koltuklara kimin tarafından, niçin getirildiklerini unutup, şahsi çıkarlar peşinde koşabilmekte, hata üstüne hata yapabilmekte ancak halk bunlara hesap soramamaktadır.
O zaman “bu ülkede adalet var mıdır? Demokrasi var mıdır? İnsan hakları var mıdır” diye sormadan önce, bu kelimelerin ne ifade ettiğine ve halkın, yetkilerinin farkında olup olmadığına bakmak gerekiyor. Seçenin de, seçilenin de demokrasinin üç prensibini bilmediği bir ülkede siyaset yapmak kolay, vatandaş olmak zordur.