yalcincemal@hotmail.com Bu cümle, tartışmalarda ve karşılıklı kavgalarda söylenen, bir tekerleme.
Adamı döversin.
Yaralarsın.
Hatta, öldürürsün.
Karşılığı ya müebbet hapis veya bazı ülkelerde, idam .
Ya da, tazminat cezası.
Yani sonuçta, bir yaptırım.
Eski dilde: Müeyyide.
Halk dilinde ise: Cereme.
Hepsinin toplamı.
Ceza.
16 Kasım günü, KKTC’nin ilanını protesto etmek için, EOKA terör örgütünün bir devamı niteliğindeki, ELAM’ın, yaptığı gösterilerde, Rum tarafına geçen ve gösteri alanına giren, Türklerin tümüne, ELAM’ın yaptığı gösteriye katılanların nerede ise tümü, barbarca saldırdılar.
ELAM, güneyde yasal olarak, siyasi faaliyette bulunması için, izin verilen, aşırı sağcı bir siyasal parti.
Bu siyasi örgüt, geçmişte de, bu gibi faaliyetlerde bulunmuştu.
İskele’de, bir gencimiz, uluslararası bir barış etkinliğinde, çakı ile defalarca vücuduna delikler açılmış, nerede ise ölümden dönmüştü.
Ayni örgüt, Limasol’da, Sn. Mehmet ali Talat, konferans verirken, Rum polisinin gözleri önünde, konferans salonunu içindekilerle yakma girişiminde bulunmuştu.
Olaylara karışan suçlularla ilgili, tek bir dava açılmadı.
Çünkü: mücadeleleri Türklere karşı bir mücadeledir, davaya gerek yok.
Bu örgüt mensupları , Rum Milli Muhafız Ordusu’nda, silahlı eğitim de görmektedirler.
Yani örgüt, siyasi olmaktan çok, militarist bir hüvviyet taşımaktadır.
Rum yetkililer, 16 Kasım olaylarını, kınamak için kınadılar.
Olaylara katılanlar ise, bireysel olarak özür mektupları yazıyor.
Kuzeyde ise bazı çevreler, işi ört bas etmek için bir vizyon üstlendiler.
16 Kasım şu gerçeği de göstermiştir ki, ikili görüşmelerde, mutabık kalınan güven artırıcı önlemlerin, güven yaratmayla ilgili hiçbir sonucun, elde edilmesine yaramamıştır.
Demek ki , kapı pencere açmakla.
Telefonları bağlama girişimleri de.
Bu konuda iki halka, karşılıklı güven tesis etmede hiçbir faydası olmadı.
Olsa idi, 16 Kasım ve önceleri meydana gelir miydi ?
Liderlerin, güven artırıcı önlemlere, daha değişik boyutlarda bakmaları gerekmiyor mu ?
İki halk arasında, husumeti ve düşmanlığı yaratan unsurlar ele alınarak, bir başlangıç yapılamaz mı ?
Örneğin:
Okullardan ve dini mekanlardan, bu işe bakılamaz mı ?
Kuzeyde, bu konuda ciddi endişeler doğuracak tehlikeler yok.
Sn. Akıncı, ilk toplantıda bunu Anastasiadis’e önersin.
Her iki halkın okullarına, iki halkın bir birlerine saygıyı, bu adanın ortak sahipliliğini, ortak yönetilebileceğini içeren dersler konulsun.
Kilise ve camilerde de ayni içerikte, vaazlar verilmesi için her iki halkın, dini yetkililerine talimatlar verilsin.
Güven artırmak, ancak bu şekilde olur.
Yoksa, kapı pencere açmakla olmaz.
Olamaz da.
Ancak, yukarıdaki kriterlere dayanarak, iki halk arasında, güven yaratılır.
Anastasiadis, bu önerileri, yapılması halinde kabul eder mi ?
Mümkün değil.
Bunları kabul ettiği anda, ayağına muz kabuğu atılır.
Makamdan kayar gider.
Anastasiadis : “Uzun yolumuz var“ demiş.
Vur öldür.
Ver ceremesini politikası ile gidilirse, müzakere masasının çok uzun bir yola ihtiyacı var demektir.
Türk Halk Ozanı, Aşık Veysel’in bir şiiri aklıma geldi:
Uzun ince, bir yoldayız.
Gidiyoruz, gündüz gece.
Bilmiyorum ne haldayız.
Gidiyoruz gündüz gece.
Bu gidişin sonu, nereye kadar ?