Dünyadaki, bütün ceza hukuklarında, bir ilke var.
O da.
“Suçların caydırıcılığı” ilkesi.
Bu ne demektir?
Yapılan suçların veya suç sayılan fiillerin, tekrardan yapılmaması.
Bunun için de, ceza yasalarında, bu ilkenin uygulanması için. Caydırıcı hükümler olan, cezalar konulmaktadır.
Bunlar genellikle, para cezaları.
Hapislik cezaları.
Çok nadir olarak da, idam cezası verilmektedir.
Yasaya konulan bu hükümlerin, yani caydırıcılığın yerine getirilmesi için, Polis Teşkilatına, çok büyük görevler düşer.
Ülkelerdeki asayişi.
Huzuru.
Güveni korumak.
Polis Teşkilatının, görevleri arasında.
Tabii bunu uygulayacak olan da.
O Teşkilata bağlı ve görevli Polis Memurlarıdır.
Polis Teşkilatı, işlenen suçları tespit ederek, işlenen fiillerin sahiplerini dosya tanzim ederek, Savcılığa havale etmektir.
Yani, Hukuk Dairesi Başsavcılığına.
Baş Savcılık da, Mahkemeye dosyayı havale eder.
Mahkemedeki Yargıçlar da, işlenen suç fiillerinin bir daha tekrar edilmemesi için. Yasaların kendilerine verdiği yetkileri kullanarak, suç fiilini yapan suçluya, tekrar o suçu işlememesi için, yasalarda ön görülen cezayı veya cezaları verir.
Bu, başkaları tarafından da ileride yapılması düşünülen suç eylemlerinin yapılmaması için de, ayrıca bir caydırıcılık olarak. Halk tarafından algılanmaktadır.
Böylece, suç fiilleri önlenerek, suçların artmasının önüne geçilmiş olur.
Verilen caydırıcı cezalar, emsal da teşkil ettiğinden. Suç işlemek için, suç faillerine, önceden bir düşünme payı da, vermektedir.
Bu yöntemler, tüm Dünyada. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde, Ceza Yasalarında olan, kurallardır.
Ülkelerdeki huzur ve güven bu mekanizmanın hassas bir şekilde ve tıkırında işlemesi ile kaim olur.
Aksi takdirde, suçlar o ülkede alır başını gider.
Hukuk Kuralları, ülkedeki tüm insanlar için geçerli.
Hukuk, ırk ve din ayrımcılığı ve farklılığı güdülerek uygulanamaz.
Bu ilkeleri belirttikten sonra.
Gelelim, Güney’de Türklere yapılan ve ceza yasasında, suç olan fiilleri yapanlara karşı, yukarıda belirttiğimiz mekanizmanın, işletilmemesine:
2002 ‘ de, Güneye açılan kapılardan, günümüze dek.
Güney’e geçen Kıbrıslı Türklere “ ONLARCA SALDIRI “oldu.
Hiç birisi için, ciddi soruşturma ve kovuşturma yapılmadı.
Bunu ben söylemiyorum.
Güneydeki Polis Teşkilatının, basın bülteninde yazılanlardır.
Bültende, ayrıntılı olarak yapılan saldırılar da, anlatılmakta.
İstisnai olarak da, yapılan soruşturma ve mahkemeye sevk işlemlerinden de “delil yetersizliği “ gerekçesi ile bir sonuç çıkmadı.
Güneydeki olaylarda, sistemi çalıştırmayan Rum Polis Teşkilatıdır.
Rum Polis Teşkilatını mensuplarının, gözü önünde yapılan saldırılara, Polislerin “ la kayıt “ kalmaları, aldıkları talimatların, bir gereği olsa gerek.
Bu durum veya durumlara karşın, Rum Ombudsmanı bile isyan etti.
Kendi inisiyatifini kullanarak, kendi yasal yetkileri tahtında araştırma başlattı.
Bu, Güneydeki yasaların, Türklere karşı Rumlar tarafından yapılan suç fiilleri karşısında, yasaların çalıştırılmaması anlamına gelir.
Dolayısı ile de, Hukuktaki ilke olan “ caydırıcılık ilkesi “ de uygulanmış olmamaktadır.
Sistemin çalışmaması nedeni ile de, Türklere karşı suç işleyenler.
Bir anlamda, Güneydeki idare tarafından korunmakta ve bu tür eylemlerin yapılması için, teşvik edilmektedirler.
Bu, diğer Rumları da teşvik şemsiyesi altına alarak, Türklere karşı yapılan saldırılar, artarak devam etmektedir.
Bu olayların, Hukuk açısından bakılan penceresi.
Salt bu olaylar, Hukuk açısından da önüne geçilecek olaylar değildir.
Siyasi ve sosyal açıdan da, konuya bakmak ve irdelemek gerek.
“Onlarca “ olayın içerisinde, Güneyde, bültende sadece kişisel bir vakanın, işlendiği de yazıldı.
Onlarca vakada.
Bir vaka.
Hep aynı noktaya geliyoruz: Güven bunalımı.