Kıbrıs müzakereleri, Grant Montana’da, Rum tarafından tepe taklak hale getirildikten sonra , ortaya çıkan sonuçtan. Rum tarafının, bizleri, hiçbir konuda ortak olarak görmeyecekleri, yalın gerçeği ile karşılaştık .
Bu yalın gerçeğin içerisinde de , sonu gelmeyecek bir oyunun senaryosunu, bila müddet sahnede tutma kararlılığı, ortaya çıktı .
Bu gerçeğin gölgesinde de , Ada üzerindeki, iki halka ait olan tabii zenginliklerin üzerine oturmak ve bundan Kıbrıs Türk halkını arındırmak .
Bir de dini törenlerin gölgesine sığınarak, KKTC’deki tüm ilçelerde ruhani eylemler yaparak, egemenliklerini, din kisvesi altında nerede ise Türk evlerine kadar taşımak .
Rum tarafının bu tavrı ile 1960 ‘taki “Kıbrıs Cumhuriyetinin “ kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk halkını, kuruculuk fonksiyonundan itelemek , azınlık statüsü ile, adanın tek sahibi olmak .
Özetle Rum tarafının isteklerini ve kafasındakini, çok kısa olarak açıklamaya çalıştım .
Kıbrıs Müzakerelerinin başlangıç safhasında, Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Akıncı. Güneyin Türk Halkına bakış açısını, soyut olarak biliyordu .
O da bu soyutluk içerisinde, umut var idi .
Fakat işin içerisine somut olarak girdiğinde, karşı tarafın gerçek yüzünü görmüş ve içerisinde çözüm ile ilgili olan umutları , Montana’dan sonra, umutsuzluğa dönüşmüştü . Ayni umutsuzluk Hükümet partilerinde de görülmüş ve bu konuda Başbakan ve Dışişleri Bakanı da, Sn. Akıncı’nın kaygılarını paylaşmışlardır .
Gelinen aşama, Sn. Akıncı’nın söylemi ile “ yol ayrımı “ bu ne zaman kesinleşecek ? 16 Nisan sosyal yemekli buluşmada .
Bu buluşmada minder olmadığı için , peşrev havası da yok .
Taraflar bir birlerini ölçecek tartacak ve bir karar ortaya çıkacak .
Akıncı’nın bu tavrı, yani işin “ yol ayrımına “ geldiği yollu, açıklamasından sonra, ülkede bazı marjinal gruplar ve siyasal partilerin yan kuruluşları. Bu açıklamaya sert tepkiler göstermişlerdir .
Bu tepkilere karşın Sn. Akıncı, kendi kendini savunma ihtiyacında görmüş olacak ki, bu eleştirilere karşın, hemen yanıt vermiştir .
“Çözüm perspektifini dışlayan bir tutum içerisine girmediğini “ basa basa dile getirmiştir .
Kendini bu eleştirenlere verdiği yanıtta da, dikkatleri üzerine çeken bir cümlesi olmuştur !
“Geçmekte olan zamanın adanın bölünmüşlüğünü pekiştirdiğini ve çözüme ulaşmanın daha da zor hale geldiğini görmeyen bilmeyen kalmamıştır ” dedi.
Bir ata sözü var . Her zaman insan ilişkilerinde söylenir .
“Dost, acı söyler diye .”
Sn. Akıncı da, Kıbrıs müzakereleri ve Rum tarafının tutumunu, acı da olsa, açık ve seçik açıklamıştır .
Nüfusla ilgili olarak, Rum tarafının öne sürdüğü teze baktığımızda bile, bu ortaya çıkmakta .
Sn. Akıncı’yı bu söylemleri ile eleştirenler, sadece salt bir eleştiri mahiyetinde olmayarak. Sn. Akıncı’nın müzakerelerde, bir anlaşmaya varabilmesi için, ne gibi kriterleri öne sürmesi gerektiğini veya karşı tarafın, bir anlaşmaya varılabilmesi için, ileri sürülen hangi şartları kabul etmesi gerektiğini de, eleştirilerinde somut olarak açıklamalıdırlar .
Gelinen aşamada, Sn. Akıncı, bence en doğrusunu yapacaktır .
Kıbrıs Türk Halkının, bir 40 yıl daha heba edecek zamanı yoktur .
Daha doğrusu, çaldıracak zamanı yoktur .
Güneydekiler, 1963 ‘ten günümüze dek akıllarını başlarına almadılar .
Almak şöyle dursun .
AB’ye girdikten sonra, kafalarında mantıklı beyin kalmamıştır .
AB yetkilileri, bunları, sonuç alınmayan vaatleri ile “abbos “ etmişlerdir .
Tıpkı 1960’larda, Makarios’a yine ayni batılıların yaptığı gibi .
Güneydekiler ve Yunanistan’dakiler kendilerini sanal olarak “ Kaf Dağında “ görüyorlar . Bu dağdan inecekleri yok .
Bunları, bu dağdan inmek için, daha kaç yıl bekleyeceğiz ?
Gelinen aşama : Ya herru . Ya Merru .