Türkiye’de geçtiğimiz haftasonu, Türkiye Barolar Birliği’nin düzenlediği, “Kıbrıs’ta son söz” adlı bir konferansın etkileri hala daha devam ediyor. Bir çok konuşmacı katıldı ve Kıbrıs gerçeğini onların ağzından da duydu konferansa katılanlar ve Türkiye.
Türkiye’de geçtiğimiz haftasonu, Türkiye Barolar Birliği’nin düzenlediği, “Kıbrıs’ta son söz” adlı bir konferansın etkileri hala daha devam ediyor. Bir çok konuşmacı katıldı ve Kıbrıs gerçeğini onların ağzından da duydu konferansa katılanlar ve Türkiye.
Konferansa konuşmacı olarak katılan KKTC Vakiflar İdaresi Genel Müdürü Prof. Dr. İbrahim Benter’in sözleri bende çeşitli çağrışımlar yaptırdı.
Prof. Benter ada’ya İngilizlerin gelişi ile vakıfların kaderinin değiştiğini söyledi. Bu dönemden başlayarak bu malların şahıslara devri ile, yüzyıllardır işleyen bu iyilik sistemi büyük zarar gördü dedi Benter Hoca.
Osmanlı’nın en çok göze batan uygulaması, her dine karşı eşit ve hakkaniyetle davranmasıydı. Ancak Osmanlı vakıfların önemini kavramış, bir devletin vakıflarla daha güçlü olacağını sezdiği için binlerce vakıf kurdurmuştu.
Ancak İngiliz, yani o “uzun bacaklı İngiliz” Osmanlıyı zayıflatmak, Osmanlı içindeki Türkleri güçsüz kılmak için işe ilk önce “vakıflardan” başladı.
İdaresine aldığı Kıbrıs Ada’sını valiler ile yöneten İngiliz veya Büyük Britanya Krallığı, çeşitli entrikalarla vakıf mallarını eriterek bunları Kıbrıslı Rumlara devretti veya devredilmesine ses çıkarmadı.
Neden “uzun bacaklı İngiliz” diyoruz ya!
Bir atasözü vardır, “ Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki az önce oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir”. Bunu kızılderili atasözü olarak bilirler ancak işin doğrusunun öyle olmadığı burada bahsedilen nehirin Dicle nehri olduğu söylenir aslında.
Burada bahsedilen atasözün ana fikrinin İngilizlerin fitneciliği ve toplumları birbirine düşürmedeki ustalığı özetlenir, öyle de değil mi?
Hindistan’ın parçalanıp birbirine düşmesi, ortadoğu’da Osmanlı’nın son dönemlerinde, Atatürk’ün yemen çöllerindeki savaşında Arabistanlı Lawrence çıkmadı mı karşısına!
Dünyanın neresine bakarsanız bakın, bu nehirde kavga eden balık atasözünü görebilirsiniz.
İşte buradan yola çıkarak, şu anda gündemde olan Maraş arazisinin aslında Lala Mustafa Paşa Vakfı, Abdullah Paşa Vakfı ve Bilal Ağa Vakıf malları olduğu Osmanlı kayıtlarında açık seçik görülüyorken nasıl oluyorda, İngiliz sömürge idaresi sonrasında bu mallar el değiştiriliyor!
Vakıf mallarının satılamaz, el değiştirilemez kuralları içerisinde İngiliz nasıl bunları şahıslara devredilmesine göz yumdu! İşte tüm bunlar vakıfların önemini ve Türkleri güçlü kılan unsurlardan biri olması sebebiyle o uzun bacaklı İngiliz yöntemleriyle gerçekleştirildi.
Prof. Dr. İbrahim Benter’in Türkiye’de gerçekleştirilen “Kıbrıs’ta son söz” konferansı’nda söylediklerine burada da yer vermek istiyorum, ne demişti Benter Hoca;
Maraş örneğine gelecek olursak, bu bölgenin geçmişte vakıf malı olduğunu tüm taraflar kabul ediyor. Elimizdeki belgelerle biliyoruz ki buradaki vakıf malları İngiliz Yönetimi döneminde sistematik olarak şahıslara devredilmiştir. Bu kişiler de buralara oteller turizm tesisleri yaparak zenginliklerine zenginlik katmıştır. Şimdi ise “mağdur olduk” diye söylemektedirler. Ben de soruyorum, siz vakıf malını gasp ederken buradan gelecek yardıma muhtaç kişiler mağdur olmadı mı? Tüm İngiliz, Rum ve Türk toplumuna ve özellike Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki saygıdeğer yargıçlara soruyorum: Kişilerin daha zengin olması için mi mücadele etmeyi tercih edersiniz? Yoksa yardım amaçlı vakfedilmiş malları insanlığın hizmetine tekrar sunmak için mi?
İşte bu Kıbrıs Adası’ndan da bir “uzun bacaklı İngiliz” geçti, her şeyi tahrip ederek ve de hala devam ediyor.