Siyasetimizin birinci hastalığı başarısız siyasetçinin faturayı ödemekten kaçınması, koltuğa yapışmasıdır. Ne yazık ki geri kalmış ülkelerin bu hastalığı bizim ülkemizin de en büyük derdidir.
Peki Batı’da durum nasıl? Hyde Park’ta yanılmıyorsam 25-30 yıl önce İngiliz İçişleri Bakanı’nın başına gelenler aslında meselenin nasıl olması gerektiğini özetliyor.
Hyde Park’ta yürüyüşe çıkan bakan, kendisini kim olduğunu bilmeyen hırsızların saldırısına uğrar. Olay basına yansır. Bakan 24 saat geçmeden istifa eder. Çünkü mesele gayet basittir. Kendi güvenliğini sağlayamayan bakanın, toplumun güvenliğini sağlamak için bir inandırıcılığı olamaz.
Yine daha geçen ay İngiltere’de Muhafazakar Parti lideri Boris Johnson karşısında ağır bir mağlubiyet alan İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn, seçim sonuçlarını görür görmez hemen istifa etmeye hazır olduğunu açıkladı. Gelecek seçimde partinin başında olmayacağını da şimdiden deklare etti.
Dolayısıyla başarısız her siyasetçi, “Nerede hata yaptım” hesaplaşması ile yüz yüze gelip, bir fatura ödemek zorunda ki onun yerine bir başkası gelebilsin.
Bizde ise durum çok farklı. Siyaseten bir fatura ödemek şöyle dursun, liderler başarısız olduklarında ne yazık ki bir özeleştiri bile yapılmıyor.
Nepotizmin hakim olduğu sistemden beslenen siyasetçiler, her dönemde koltuğunu korumayı başarıyor.
Başarısızlığı ispatlanmış aynı siyasetçilerle yola devam etmek zorunda kalınan ülkede, bu yüzden kronik sorunlara çare bulunamıyor. Aynı sorunlar ve o sorunlara çare bulmasını beklediğimiz aynı kişilerle yıllarca debelenip duruyoruz.
Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi bu anlamda önemli bir fırsat. Seçilmek ya da seçilememek bir kenara şüphesiz her adayın kendisine belirlediği bir oy oranı var. Kimi için bu oran yüzde 10 olabilir, kimi için yüzde 40, fark etmez.
Seçim öncesinde her adayın aslında kendi ajandasında belirlediği bu oranlara yaklaşamaması durumunda, istifa müessesesi çalıştırılmalıdır.
Çünkü belli ki verilen mesajların toplumda bir karşılığı olmamış, inandırıcılığı kalmamıştır. O yüzden toplumu ikna edecek yeni siyasetçilerin başa gelebilmesine fırsat yaratılmalıdır.
Gelişmiş batı toplumlarında, uygar demokrasilerde en temel yaklaşım olan bu prensibi biz de hayata geçirebilmeliyiz. Aksi halde aynı liderlerle, aynı tas aynı hamam, havanda su dövmeye devam ederiz.
Küçük olsun ama bizim olsun anlayışıyla hep oturduğumuz yerde söyleniriz. Bu kısır döngüyü aşabilmek için bir başlangıç şart. Aksi halde çıkış yolu yok. Bizden söylemesi…