Cumhurbaşkanlığı seçimi yarışında Türkiye ile gerilen ilişkilerle domine etmeye çalışan Akıncı, dün yine Ankara’ya manidar göndermelerde bulundu.
Akıncı, “Kıbrıs’ta son nokta, ancak Kıbrıs’ta yaşayanlar tarafından konabilir” dedi. Kulağa hoş gelse de, ne yazık ki bu söylem yaşadığımız coğrafyanın gerçeklerinden kopuk, tamamen popülist bir bakış açısını dile getiriyor.
Şu anda Güney Kıbrıs da dahil olmak üzere bölgede hiçbir ülke tek başına hareket edemiyor.
İttifaklar, yeni güç birlikleri, bölgenin geleceğinin şekillendirilmesinde önemli rol oynuyor.
Fransa’dan ABD’ye, Rusya’dan İsrail’e herkes bölgede cirit atıyor.
Kıbrıs eğer dünyanın farklı bir noktasında olsaydı, bu sorun belki de iki halk arasında bunca yılı da beklemeden, öyle ya da böyle kolayca çözülebilirdi.
Ancak jeopolitik gerçekler bizi çok farklı bir noktaya götürüyor.
Sayın Akıncı’ya sormak lazım, madem Kıbrıs’ta son nokta Kıbrıs’ta yaşayanlar tarafından konabiliyor, biz her fırsatta, neden soluğu New York’ta, Crans Montana’da, Brüksel’de, alıyoruz.
Neden BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine Kıbrıs sorunuyla ilgili dil döküyoruz?
Demek ki, Kıbrıs sorunu Kıbrıs’ta yaşayan halklar tarafından çözülemeyecek bir noktaya gelmiştir.
Uluslararası desteğe ihtiyaç vardır... BM’nin arabuluculuğuna ihtiyaç vardır...
Arabuluculuk noktasında ise son yıllarda gündemimize giren enerji denklemi ve doğal kaynaklar nedeniyle ne yazık ki her ülke kendi gizli ajandasını oluşturmaya başlamıştır.
Peki bu kör döğüşünde kayıtsız şartsız bizim yanımızda kim olacaktır? “Biz Kıbrıslıyız, tek başımıza yeteriz” mi diyorsunuz? O halde sorun yok.
Ama yok eğer bu diplomatik savaşta “bir müttefike ihtiyacımız var” diyorsanız, o müttefik kayıtsız şartsız Türkiye’dir.
Ne yazık ki Sayın Akıncı, Türkiye ile KKTC arasında yıllardır süregelen diyalog biçimini çok farklı bir noktaya taşıdı.
CTP’nin Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman, bu yeni dönemi “Türkiye şu anda bizimle konuşmuyor, bize konuşuyor” diye özetledi.
Peki biz Türkiye ile yıllardır sürdürülen iletişim dilini nasıl kaybettik?
Daha doğrusu üslubun bu düzeyde sürdürülmesinin kime ne faydası olacak?
Kıbrıslı Türkler ile anavatan Türkiye’nin insanı arasındaki duygusal bağı koparmanın hiç kimseye faydası yok. Ancak ne yazık bu seçim yarışında kullanılan üslup, bu bağda derin yaralar açtı.
Yeni seçilecek cumhurbaşkanı da mesaisinin büyük bölümünü bu bağı onarmak için harcamak zorunda kalacak. Çünkü Kıbrıs’ta son nokta ancak Türkiye’nin desteğiyle konacak.