Başkent Lefkoşa’da önceki akşam yapılan “Demokrasi ve İrade” yürüyüş pek çok manada önemli soru işaretleri barındırıyor.
Elbette demokratik bir hukuk devletinde toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı, olmazsa olmazlar arasında yer alır.
Ancak yüzlerce kişinin 10 Kasım gecesi yaptığı böyle bir yürüyüşte ne Mustafa Kemal’in tek bir posteri vardı.
Ne de “irade” diye yola çıkılan eylemde Kıbrıs Türk halkının iradesinin sembolü olan tek bir KKTC bayrağı vardı.
KıbrısTürkü’nün bağımsızlık sembolü bayrağının taşınmaya gerek duyulmadığı yürüyüşte, artık Türk bayrağının olmamasına da zaten şaşmıyoruz.
Diğer yandan öyle gösterişli bir sahne, ışık ve ses sistemiyle eylem organize edildi ki, sahneye çıkanların kulaklıklı mikrofonları profesyonel TV kanallarını bile kıskandıracak düzeydeydi.
İşin ehli teknik uzmanların “en 100 bin TL’lik bir harcama ile organize edilebilir” dediği böyle bir organizasyonun faturasını acaba kim ödüyordu?
“Sosyal medyada örgütlendiler” denen kalabalık acaba faturayı kendi aralarında topladıkları paralarla mı ödedi?
Yoksa bu eylemin yapılmasına çok sevinen ve desteklemeye hazır birileri mi vardı?
Bu tür eylemler “demokrasi, irade” derken, Kıbrıs Türkü’nün iradesini yok sayan Rumlara şirin görünme gayretiyle yapılıyorsa, ortada ciddi sorun var demektir
Bizi anavatandan ayrı düşürmeye çabalayan odakların oyununa gelmemek için dikkatli olmalıyız.
Kıbrıs Türk halkının iradesiyle Cumhurbaşkanı seçilen Ersin Tatar, seçim döneminde verdiği sözleri birer birer tutuyor.
Müzakere masasında başka seçeneklerin de konuşulması gerektiğini söyleyen Tatar’ın sözleri bizim iç kamuoyumuzdan daha çok Güney’de anlaşılabildi.
Dünya da Tatar’ın mesajını çok iyi aldı.
Seçilmesinin üzerinden çok kısa bir zaman geçmiş olsa bile Cumhurbaşkanı Tatar, bu manada ilk raundu kazandı diyebiliriz.
Ancak bu boks maçının en 15 raund olduğunu düşünürsek, daha yolun en başındayız.
Tüm bu tartışmalar yaşanırken elbette hükümet meselesi de son derece önemlidir. Hükümet boşluğu böyle bir dönemde asla kabul edilemez.
Şu anki tabloda CTP ve HP, Ulusal Birlik Partisi’ni reddettiğine göre, ortada tek seçenek UBP’nin DP ve YDP ile kuracağı bir azınlık hükümeti modeli ortada kalmıştır.
Hüseyin Özgürgün’ün de “İhtiyaç olursa dönerim” açıklamalarına baktığımızda böyle bir hükümet modelinin 25 milletvekili ile güvenoyu alacağı da açıktır.
Elbette bu hükümet uzun süre devam edemez. Sayın Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle doğan boşluğu doldurmak için haziran ayında sandık kurulacağını dikkate alırsak, belki de hazirandaki seçim pekala erken seçim olabilir.
Çünkü şu anki Meclis aritmetiğinde yüzde 5’lik oyla Halkın Partisi’nin 9 milletvekiline sahip olması adil değildir.
Kısaca toplumun fikrini şu anki meclis tablosu yansıtmamaktadır.
O yüzden belki de en iyi seçenek şu anda ellerini taşın altına koymaya hazır olduklarını söyleyen UBP-DP-YDP azınlık hükümetiyle en geç haziran ayında erken seçime gitmektir. Şimdilik bundan başka çıkış yolu yoktur. Bizden söylemesi…