Bundan tam 55 yıl önceydi. Takvim yaprakları 31 Ekim 1967’yi gösteriyordu.
Kıbrıs Türklerinin, Rum çetelerinin saldırılarına maruz kaldığı mücadelenin hararetli yıllarında Rauf Denktaş, Ankara’da sürgün hayatı yaşıyordu. Bir yolunu bulup gizlice Ada’ya çıkmalıydı.
“Ankara’da davadan uzak keyif çatıyor” dedirtmek istemiyordu.
Yanında arkadaşı Nejat Konuk ve Erol İbrahim ile birlikte bir balıkçı kayığına binerek yola çıktı. Kayık saatte 5-6 mil sürat yapıyordu. Üç gün üç gece yol aldılar, ancak fırtına nedeniyle istenilen yere çıkamadılar.
Larnaka’ya çıkmaları gerekirken, 30 mil kuzeyde Salamis- Mağusa Boğazı’nda sahile çıktılar. Çıktıkları yer Rum askeri sahasıydı. Rum köylülerin tanıması üzerine yapılan ihbarla yakalandılar, 13 gün kötü şartlarda sorgulandılar.
Denktaş o anları şöyle anlatır: “Kaçmak imkânı kalmamıştı. Kuytu bir yere çökercesine oturduk ve beklemeye başladık. Bir domates tarlasından domates kopararak yedik. Susuzluğumuz bir an için giderilmişti. Fakat hemen yeniden, daha derin bir şekilde susayama başladık. O topraklı domateslerin tadını hiçbir zaman unutamayacağım.”
Bu mola sırasında bir Rum çobanı, Türk sanarak konuşurlar. Rum olduğunu anlayınca kurtulma umutları kalmaz. Denktaş o anı da şöyle anlatır:
“Nejat, ‘Şimdi ne olacak dedi. ‘Herhalde çok sürmez bizi gelip aramaya başlayacaklar’ dedim. ‘Eğer ilk gelenler arasında beni tanıyan birisi olmazsa ve bizi tevkif ederek bir resmi makama götürürlerse mesele yoktur. Aksi takdirde bizi burada öldürecekler ve bu kovboy filmi de burada bitmiş olacak’ dedim. Tanınmamam için Nejat’ın kepini alarak başıma geçirdim, ‘Peki yakalanınca ne diyeceğiz? diye sordular. ‘Mağusa’dan hareket ederek, Kıbrıs’ın etrafını motor botla gezmeye çıkan üç avukat’ deriz. Sonrası Allah kerim.”
Ancak hiç de öyle olmaz. Kısa sürede askerler gelir ve alıp götürürler. Yakalananın ‘Denktaş’ olduğu kısa sürede anlaşılır. Denktaş’ın yakalandığı duyulunca Rum liderler Kipriyanu ve Papadopulos ‘derhal öldürülmeli’ derken, Makarios herkesi dinledikten sonra “Madem ki tanıyanlar olmuştur. Buraya getiriniz ve sorgulayınız. Niye geldiğini anlayalım” der.
Denktaş’a sorguda ilk ‘Ankara seni niçin gönderdi?’ ve ‘Kıbrıs’a niçin geldin’ soruları yöneltilir. Denktaş’ın cevabı anlamlıdır: “Ben, hükümetten gizli olarak geldim. Hükümetin haberi yoktur. Gelmem gerekiyordu. Dört yıldır haksız bir kararla kendi evime sokulmuyordum. Doğru yoldan dönmek için yaptığım her teşebbüse ret cevabı almıştım. Bunun üzerine kendi kendime imkân aradım, buldum ve geldim. Siz kapıyı tutmuştunuz. Ben de pencereden girmeyi denedim. Beni buna Rum idaresi zorladı” olur.
Denktaş’ı tanınmış olmak kurtarır. Denktaş, bunu şöyle anlatır: “Artık rahatlamıştım. Yakalandıktan sonra ilk getirildiğimiz köyde tanınmış olmam ‘talihsizliktir’ derken, hayatımızın bağışlanmasını sağlayan büyük bir şans olmuştu.”
Olay bir süre sonra dünyaya da duyurulur. Ankara ayağa kalkar. Yoğun diplomatik temaslarla 13 günlük esaret son bulur ve Danktaş ve iki dava arkadaşı özgürlüğüne kavuşur. İstanbul üzerinden Ankara’ya geldiğinde ise ilk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil karşılar. Sitem eden Çağlayangil, “Haberimiz olsaydı, yakalanmazdın” der. Denktaş hazır cevaptır: “Yakalanmazdım. Çünkü beni göndermezdiniz!” der.
Bunları niye anlattık? 31 Ekim 1967’de, yani bundan tam 55 yıl önce bugün, biz devlete sahip olabilmek için nasıl bir mücadele verildiğini hiç unutmayalım istedik. Bizden söylemesi…