Ülkede dün yaşananlar bu kadarına da “pes” dedirtti.
Kıb-Tek’te örgütlü sendika dün yaptığı açıklamada Teknecik Elektrik Santrali'nin SOS verdiğini belirterek, ülkenin bütününün birkaç saat içinde karanlığa gömüleceğini açıkladı.
Kısaca tüm ülke adeta üstü örtülü bir şekilde tehdit edildi.
Bu arada sendika üyesi iki Kıb-Tek çalışanı önceki gün gizlice Aksa’nın Kalecik’teki tesislerine girerken yakalandı. İki şüpheli tutuklanarak geceyi İskele Polis Karakolu’nda geçirdi. Ardında dün çıkarıldıkları mahkemede haklarında 3 gün tutukluluk kararı verildi.
Suçlama ağır: “Elektrik hatlarına ve işlerine zarar vermeye teşebbüs, suç işlemek için gizli ittifak ve mülke tecavüz…”
Akıl alır gibi değil.
Tüm bu yaşananların ardından EL-SEN Başkanı Çağlayan Cesurer, Türkiye’den gelen Aksa teknisyenlerinin üretimi tamamen bitirme noktasına getirdiklerini açıklayarak, ünitelerin risk altında olduğunu öne sürdü.
Alay eder gibi, “Teknecik Elektrik Santrali'ndeki sorun Kamu İhale (Değişiklik) Yasa Tasarısı’nın geri çekilmesiyle çözülebilir” dedi…
Bu memleket ne zaman bu noktaya geldi? Bir sendika kendisinin hükümetin üstünde görüp, böyle bir güç zehirlenmesine ne zaman uğradı? Bugüne kadar buna nasıl müsaade edildi? Anlamak mümkün değil.
Sonunda korku filmi gibi olayların ardından içimizi rahatlatan açıklama KIB-TEK Genel Müdürü Dalman Aydın’dan geldi.
AKSA’nın Teknecik Elektrik Santrali’nde aktif olmayan makineleri aktif hale getirdiğini kaydederek, 30 megavat olan üretimin 90 megavatın üzerine çıktığını söyledi.
Peki AKSA teknisyenleri bunu yapılabiliyorsa Kıb-Tek’te çalışanlar bugüne kadar bunu neden yapmadı? Sendikanın baskısıyla mi sorun bu hale geldi?
Aslında tüm bu sorular Başbakan Ünal Üstel’in açıklamalarında da yanıt buldu.
Kıb-Tek’ten gelen ilk raporların ‘ülkenin bilinçli olarak karanlığa gömüldüğü’ yönünde olduğunu belirten Üstel, “Teknecik’teki santral içler acısı duruma sokuldu” dedi.
Peki hükümetin bozulanı tamir etmek ve ülkeyi karanlıkta bırakmamak için yaptığı bu hamleler nasıl “İşgal girişimi” olarak yorumlanıyor?
Bunu anlamamak mümkün değil. Kimse kendisini kandırmasın. Kamuoyu vicdanı da bu konuda hükümetin yanında yer alıyor.
Tıpkı 80’li yıllarda İngiltere’de sendikalarla yaptığı mücadelenin ardından halkını gerçeklerle yüzleştirdiği ve mücadele ettiği için Iron Lady lakabını alan dönemin Başbakanı Thatcher gibi Başbakan Ünal Üstel de halkını gerçeklerle yüzleştirmek için mücadele ediyor.
Bir başka ifadeyle Ünal Üstel de Kıbrıs’ın ‘Iron Man’i olma yolunda ilerliyor. Yeter ki bu yolda geri adım atmasın. Çünkü ülkenin kurtuluşu için başka çare yok. Bizden söylemesi…