Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan, altı yıl aradan sonra Atina’ya tarihi bir ziyarette bulundu.
Erdoğan’ın bu ziyarette Yunan mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmede temel ilkesi, bardağın dolu tarafını konuşmak oldu.
Bardağın boş tarafı malum. Ege’de yıllardır süren kıta sahanlığı krizi ve Doğu Akdeniz’de Kıbrıs meselesi ilk sıralarda yer alıyor…
Bunların dışında saymaya kalksanız bitiremeyeceğiniz onlarca irili ufaklı sorun da var iki ülke arasında…
Peki bardağın dolu tarafında ne var?
Bardağın dolu tarafındaki gerçek şudur. İki ülke de birbirlerine mecburdur. Bulundukları toprak parçasını dünyanın başta bir noktasına taşımayacaklarına göre bu coğrafyada iyi komşuluk ilişkileriyle sorunlarını diyalog yoluyla çözmeye mecburdurlar.
İki tarafta da zaman zaman milliyetçi söylemlerin etkisiyle tansiyon yükselse de 100 yıldır bu coğrafyada kimse kimseye silah doğrultmadı.
İngiliz Guardian gazetesi ziyarete ilişkin “Erdoğan, geçmişteki çekişmelerin ardından Atina’da 'kazan-kazan' yaklaşımını planlıyor' manşetini attı.
Elbette bu yaklaşım iki halkın da çıkarına olacaktır. En başta iki ülkede Ege’de yaşanan gerilim politikasıyla silahlanmaya harcanan paraya bir sınır gelecek, ülkeler bu kaynağı eğitime, sağlığa, kısaca kendi halkının refahına ayıracaktır.
Kıbrıs meselesine gelince bu sorunun kısa vadede çözümünün hayli karışık ve zor olduğu artık meselenin tüm taraflarınca kabul edilmekte.
Peki durum böyleyse kazan kazan prensibiyle tüm tarafların kazanacağı bir yol izlenemez mi?
Erdoğan, Ada'da kapsamlı çözüme kadar rezervlerin ortak işletimi ve gelir paylaşımını öneriyor.
Bu ne demek?
Adanın etrafındaki doğal kaynaklar, garantörler dahil meselenin tüm taraflarının olacağı bir komite tarafından çıkarılsın. Herkes nüfusu oranında buradan payını alsın.
Son derece mantıklı olan bu öneri kabul görmezse deniz altındaki zenginlik kimseye yar olmayacak.
Çünkü hidrokarbon yataklarından elde edilecek enerji önümüzdeki 10 yıl için hala daha kıymetini korusa da 30 yıl sonra bugünkü değerinde olmayacak.
30 yıl sonra benzinle çalışan otomobil bile zor olacak. Elektrikli arabalarla enerjideki dönüşüm hızlanacak. Hidrokarbon kaynaklarından elde edilen enerjiye duyulan ihtiyaç azalacak.
Türkiye bunu görüyor. Rum komşumuz da bu gerçeği görüp, “ya benimsin, ya toprağın…” anlayışından vazgeçmeli. Aksi halde bu zenginlik kimseye yar olmayacak. Bizden söylemesi…