Bir ülke düşünün.
Tahmin edilen nüfusu yaklaşık 500 bin…
Bu ülkenin yükseköğretimde 6 bin eğitimci, 100 bin civarında öğrenci var.
Sıkı durun… 6 bin eğitimciden bin 115’i de profesör… 648 tane doçent var. Bin 324 yardımcı doçentin yanı sıra 812 doktoralı, bin 459 yüksek lisanslı öğretim görevlisi var…
Bir başka ifadeyle her 62 öğrenciye bir profesör ve her 35 öğrenciye bir doçent veya doçent yardımcısı düşüyor.
Ne diyelim maşallah…
Uzmanlar bunun bir dünya rekoru olduğunu söylüyor…
Bilin bakalım. Sözünü ettiğimiz bu ülke neresi!..
Bu olan bitenlerin bu ülkede yaşandığını bilmesek, yukarıda sözünü ettiğimiz ülkenin eğitimde dünyayı kıskandıran bir ülke olduğunu düşünebilirsiniz…
Ama ne yazık ki ülke olarak yaşadığımız durum ortada.
Her ne kadar dünya bizi tanımıyorsa da yükseköğrenimde yaşadığımız skandallar dünyaya bizi negatif yönde tanıttı.
Bakın sahte diploma skandalında mahkeme tutanaklarına giren ifadelere…
Sahte not girişiyle insanlar bir günde mezun edilmişler. Şimdilik durum bir üniversite ile sınırlı gibi görülüyor.
Zira diğer üniversitelerde pandoranın kutusu açmaya korkar olduk. Kim bilir oralarda kutunun kapağını açsak nelerle karşılaşacağız?
Durum böyle olunca elbette bu kadar profesör, doçent olması da makul gibi görünüyor.
Bazı insanlar bir günde dört yıllık üniversiteden mezun olabiliyorsa, üç günde doçentlik, bilemedin bir haftada da profesörlük unvanı alınabilir.
Şaka gibi.
Biz bu ülkede neyle övünsek elimizde kalıyor.
Demek ki sahte övünç alanları yaratmak yerine ayağımız yere sağlam basan yaklaşımlar sergilemeliyiz.
Sadece son yaşanan sahte diploma skandalı bile bunu ciddi bir örnek.
Dünyaya rezil olduk. Kimsenin bunu bu ülkeye yapmaya hakkı yok. Bizden söylemesi…