New York’ta Sosyalist Enternasyonal Başkanlar Kurulu Toplantısı’nda Kıbrıs Barış Harekâtı’na “işgal” diyen AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanou’ya CHP Genel Başkanı Özgür Özel tepki gösterdi.
AKEL Genel Sekreteri’nin konuşması bitene kadar dışarıda bekleyen Özel, daha sonra salona girerek söz istedi.
Ardından yaptığı konuşmada “Bülent Ecevit, bütün dünyaya Barış Harekâtı’nı duyururken bunun hem Türklere hem Rumlara barış götürmek için yapıldığını söylemişti. Ve harekât, siyasi hedefleri olan askeri bir harekâttı. Sadece ve sadece adanın 3’te 1’ine kadar ilerleyip durdular. Hiçbir direnç yoktu. Adanın tamamını alabilirlerdi. O zaman adı işgal olurdu” ifadelerini kullandı.
Aynı toplantıda CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman da vardı. Ancak Erhürman toplantı salonundan çıkmayı tercih etmedi.
Dün Ada TV’ye konuk olan YDP Genel Başkanı Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bertan Zaroğlu, bu tutumu, “Gönül isterdi ki aynı tepkiyi toplantıda bulunan bizim ana muhalefet partisi CTP de göstermiş olsaydı... Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Davamız olan Kıbrıs konusunda tek yürek olmasının, Siyasi ve ideolojik saplantıları yüzünden gözlerini kör olan herkese güzel bir ders olmasını diliyorum…” sözleriyle eleştirdi.
CTP kaynakları ise AKEL Genel Sekreteri’nin “işgal” söylemi karşısında Tufan Erhürman’ın sessiz kalmadığını, aksine söz alıp tepkisini dile getirdiğini kaydediyor.
Anadolu’da güzel bir tabir var.
“Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır…”
Ancak bu bir devleti paylaşma iddiasındaki iki halkın seçtiği siyasiler arasında söylem düzeyinde böyle bir uçurum varsa bir müzakere masası nasıl kurulacak?
Kurulsa bile bu söylem diliyle nasıl yol alınacak?
İki gün önce BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında “Federasyon süreci gerçekliğini yitirmiştir” diyen TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aksine Erhürman, New York’daki konuşmasında “Kıbrıs’ta çözümün formülü siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli ve iki toplumlu federasyondur” ısrarını sürdürdü.
Erhürman, bu formülü dört maddeyle tarif etti:
“1) Dönüşümlü başkanlığı ve tüm federal organlarda alınacak kararlarda en az bir olumlu oy ilkesini içerecek biçimde siyasi eşitlik üzerinde müzakereler başlamadan önce anlaşılmalı, siyasi eşitlik pazarlık ya da al-ver konusu yapılmamalıdır.
2) 2017 Crans-Montana konferansına kadar gerçekleşen resmi müzakerelerde varılan tüm mutabakatlara bağlı kalınmalıdır.
3) Aciliyet duygusu içinde belirlenecek bir takvime bağlı ve sonuç odaklı bir metodolojinin uygulanması şarttır.
4) Kıbrıs Türk tarafının yapıcı yaklaşımına rağmen yine bir başarısızlık olasılığı karşısında, statükonunun devam etmesinin önlenmesi için gerekli olan güvencenin resmi müzakere süreci öncesinde sağlanması gerekmektedir.”
Aslında bu dört maddenin Rum tarafında kabulü Türk tarafını da müzakere masasına çekebilir. Ama asıl mesele bu dört maddeye Rumlar “evet” der mi noktasına kilitleniyor.
“Rumlar kabul eder” tezini savunanlara da soralım. Annan Planı’nda ya da Crans Montana’da kabul ettiler mi?
O yüzden Kıbrıs sorununda “model” tartışması yapmak havanda su dövmekten öteye gitmiyor. Bizden söylemesi…