25 Ekim sabahı Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi’nde yapılan devir-teslim töreni, yalnızca bir görev değişimi değil, Kıbrıs Türk siyasetinin yönünü yeniden hatırlatan bir dönüm noktasıydı. Aynı kürsüde iki farklı ses yankılandı: biri bir görevi onurla tamamlamanın huzurunu yaşarken, diğeri yeni bir dönemin umutlarını dillendirdi. Her iki konuşma da saygıyı hak ediyor; ancak Kıbrıs meselesine bakıştaki temel fark, önümüzdeki sürecin yönünü belirleyecek kadar netti.
Sayın Ersin Tatar, veda konuşmasında Kıbrıs Türk halkının 60 yılı aşkın varoluş mücadelesinin özünü yeniden hatırlattı. “Önemli olan makamlar değil, Cumhuriyetin kendisidir” sözleri, aslında bir dönemin siyasal özeti niteliğindeydi. Tatar’ın çizgisi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kararlı duruşuyla uyum içinde; egemen eşitlik, iki devletli çözüm ve bağımsızlık ekseninde şekillendi. Bu yaklaşım, Kıbrıs Türk halkının hem güvenliğini hem de onurunu korumayı hedefliyor. Çünkü tarihin bize öğrettiği bir gerçek varsa, o da dayatılan çözümlerin kalıcı olmadığıdır.
Sayın Tatar, görev süresi boyunca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin “dünyada var olan bir devlet” olduğunu her platformda hatırlattı. Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üyelik, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon politikalarında kararlı duruş ve Türkiye ile tam eşgüdüm, bu vizyonun somut göstergeleriydi. O, müzakere masasını reddetmedi ama masaya eşit oturmanın şart olduğunu vurguladı. Çünkü Kıbrıs Türk halkının hakkı, Rum tarafının rızasına bağlı değildir; hak, zaten vardır ve korunmak zorundadır.
Sayın Tufan Erhürman’ın görevi devir alma konuşması ise daha içe dönük, toplum merkezli bir ton taşıyordu. Eşitlik, çocuklar, refah, halkla birlik! Söylemi yumuşak, dili kapsayıcıydı. Bu yaklaşımın iyi niyetli olduğunu inkâr etmek mümkün değil; ancak Kıbrıs meselesi, yalnızca duygusal bir adalet arayışı değil, aynı zamanda soğukkanlı bir egemenlik meselesidir. Bu nedenle Erhürman’ın müzakere çağrısı, samimi olsa da reel politik zeminde karşılığını bulmakta zorlanabilir. Çünkü müzakere, ancak eşit statü tanındığında anlamlıdır. Aksi halde, geçmişte defalarca denendiği gibi, iyi niyetli adımlar tek taraflı karşılık bulmadan boşa düşer.
Türkiye’nin dış politikası, bugün Kıbrıs meselesinde net bir kararlılıkla ilerliyor. “Egemen eşitlik” ve “iki devletli çözüm” tezi, yalnızca bir siyasi tercih değil, coğrafyanın ve tarihin zorunlu sonucudur. Kıbrıs Türk halkı, güvenliğini ve bağımsızlığını Türkiye’nin garantörlüğü dışında bir zeminde koruyamaz. Bu gerçek, romantik idealizmle değil, tarihî tecrübeyle sabittir.
Sayın Ersin Tatar’ın çizgisi bu yüzden kıymetlidir; çünkü devleti ayakta tutmanın yolu, önce devletin varlığına inanmakla başlar. Uluslararası tanınma bir gün gelir; ama tanınmadan önce var olmayı sürdürmek, en büyük başarıdır. Kıbrıs Türk halkının bugün sahip olduğu huzur, Türkiye ile kader birliği içinde kurulan bu sağlam temelden kaynaklanıyor.
Yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’a elbette başarı dilemek gerekir. Ancak başarının ölçüsü, müzakere masasında alkış almak değil; halkın egemenliğini, güvenliğini ve onurunu koruyabilmektir. Eğer bu hedefte kararlılık gösterirse, Kıbrıs Türk siyasetinde farklı sesler olsa da aynı milli çizgide birleşmek mümkündür.
Bugün asıl görev, bu devleti yaşatmak, kurumlarını güçlendirmek ve Türkiye ile dayanışmayı daha ileriye taşımaktır. Çünkü Kıbrıs Türk halkı var oldukça, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yaşayacak; bu Cumhuriyet yaşadıkça da barışın ve istikrarın gerçek teminatı olacaktır.