ABD Başkanı Donald Trump ikinci kez Başkan seçildikten sonra ABD’nin geleneksel dış politikaları bir bir değişmeye başladı.
Bu politikalar içinde en önemlisi ve dünyanın kaderinde rol oynayanı, 1823 tarihinde ABD Başkanı James Monroe'nun ilan ettiği, adına “Monroe Doktrini” denilen ABD’nin dış politika doktrini.
Yaklaşık 2 asır evvel ilan edilen bu doktrin özetle “Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının Avrupa ülkeleri tarafından sömürgeleştirilmesine kapalı olduğunu, Avrupa'nın Amerika'daki siyasi işlere karışmamasını ve karşılığında da ABD'nin de Avrupa'nın kendi iç sorunlarına karışmayacağını” taahhüt etmekte idi. İlk başlarda bu doktrin Avrupalı ülkeler tarafından ciddiye alınmadı. ABD’nin siyasi, ekonomik ve askeri gücü arttıkça Kuzey ve Güney Amerika kıtalarındaki etkisi ve nüfuzu da artmaya başladı. ABD Başkanı Theodore Roosevelt 1904 yılında ABD'nin Avrupalı ülkelerin Amerika kıtasına müdahalesini önlemek için gerektiğinde Latin Amerika'da askeri güç kullanma hakkına sahip olduğunu ileri sürerek bu doktrini daha da genişletti.
ABD, yaklaşık 118 sene yürürlükte kalan Monroe Doktrinini terk edişinin ilk adımını 1941 yılında Doktrin içinde yer alan ve esasını teşkil eden kıta dışı işlere karışmama şeklindeki 'yalnızlık politikası'nı (isolationism) II. Dünya Savaşına katılarak attı. 2013 yılında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry 'Monroe Doktrini döneminin sona erdiğini' açıkladı ve Monroe Doktrini tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı.
Aradan sadece 12 sene geçtikten sonra Başkan Trump Monroe Doktrinine geri dönüş sinyallerini vermeye başladı.
Bu sinyallerden biri, ABD Temsilciler Meclisi üyesi Thomas Massie’nin, partisinin desteğini alarak ABD’nin NATO üyeliğinin sona erdirilmesini öngören yasa tasarısını Temsilciler Meclisi’ne resmen sunması. Yasa tasarının açıklama bölümüne “NATO İttifakı Soğuk Savaş döneminden kalmış, işlevini yitirmiş bir yapıdır. Zengin ülkeler kendi savunmalarını karşılamayı reddederken ABD dünyanın güvenlik battaniyesi olmak zorunda değildir. ABD, NATO'dan çekilmeli ve o parayı sosyalist ülkeler için değil, kendi ülkesini savunmak için kullanmalıdır.” Cümlesi yer alıyor.
Başkan Trump, 2025 yılı içinde birçok kez NATO’nun Avrupalı müttefik üyelerine yönelik olarak savunma harcamalarını, Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarının (GSYH) yüzde 2'sinden yüzde 5'ine çıkarmalarını talep etmiş ve bunu yerine getirmeyen ülkelerin de ittifaktan atılması gerektiğini dile getirerek sert mali baskılar başlatmıştı.
ABD hükümeti, NATO üyesi Avrupalı ülkelerin Başkan Trump’ın bu uyarısını dikkate almadıklarını görünce de ABD’nin NATO’dan çıkması fikrini öne çıkardı. Bu doğrultudaki ilk adım, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun yıllar sonra ilk kez NATO toplantısına katılmaması ile resmen atıldı. ABD Hükümetinin, NATO ittifakı içinde ABD’nin yıllarca taşıdığı mali ve askeri yükün, 2027 yılına kadar Avrupalı müttefikler tarafından devir alınması görüşünde olması nedeni ile Başkan Trump'ın imzasıyla 5 Aralık'ta yayımlanan “Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi”nde de “NATO'nun sürekli genişleyen bir ittifak olduğu algısına son verilmesi gerektiği” yer aldı.
ABD’nin NATO’dan çekilmesinin gündeme girdiği bu çok önemli siyasi ve bölgesel güç dengesinin değişmesinin paralelinde de Balkanlar, Karadeniz, Adalar Denizi (Ege), Doğu Akdeniz, Orta Doğu, ve Kafkasya bölgeleri içinde önemli bir konuma sahip olan Türkiye öne çıkmaya başladı. Türkiye, askeri gücü ve kapasitesi, savunma sanayii, güvenlik ve enerji temini konularında Avrupa için vazgeçilemez bir ülke haline gelirken, ABD için de bu bölgede yaşanacak sorunların çözümü için de güvenilir ve vazgeçilmez bir müttefik ülke konumunu pekiştirdi.
Bu yeni durumun Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki siyasi etki gücünü aşağıya çekeceği, Kıbrıs konusuna getirilecek çözümün içeriğini ve KKTC’nin statüsü ile varlığının devamını etkileyeceği kesin…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili