GÖÇMENLİK VE YENİ HAYAT

Düşünün bir an, her şeyi bırakıp, tanıdığınız ve tanımladığınız yaşamınızı, o tanımın o tariflerin yeşerttiği düşleri, umutları bırakıp (çoğu zaman zorunluluktan) belki iki bavulla belki hiçbir şey alamadan yanınıza, sevdiklerinizi fotoğraflara, fotoğraflardaki anıları, aşkları cüzdanlara sığdırmaya çalışarak gitmek zorunda kalsaydınız (ki ülkemizde büyük bir çoğunluk bu duygunun nasıl bir etkisi olduğunu en az bir kez yaşamıştır)…

Düşünün bir an, her şeyi bırakıp, tanıdığınız ve tanımladığınız yaşamınızı, o tanımın o tariflerin yeşerttiği düşleri, umutları bırakıp (çoğu zaman zorunluluktan) belki iki bavulla belki hiçbir şey alamadan yanınıza, sevdiklerinizi fotoğraflara, fotoğraflardaki anıları, aşkları cüzdanlara sığdırmaya çalışarak gitmek zorunda kalsaydınız (ki ülkemizde büyük bir çoğunluk bu duygunun nasıl bir etkisi olduğunu en az bir kez yaşamıştır)…

Ertesi gün, aynı güneşi farklı toprakların sabahlarında yaşamak mecburiyeti içinde olmak… Kokular değişir mi? Değişir elbet… Renkler? Dağların duruşu? Sesler? Değişir… Belki biraz iç sızısı eklenir, belki biraz yenilik beklentileri… Ama öncelikle alışmak gerek duygusu büyüyecektir göçmen olanın davranışlarında, alışmak gerek... Tanımaya çalışmak, size ait olmayan size göre şekillenmemiş her şeyi…
19 Kasım 2009 tarihli Yenidüzen Gazetesi’nde yayımlanan “Yanar Elleri” başlıklı makalemde bakın neler yazmışım göç ve göçmenliğe dair: “…Dünyanın en ciddi, en önemli sorunlarından birisi de göç ve göçmenlik. Küreselleşmenin hızı, kendine özgü yapılanışı, en ücra yerlerdeki insanları koparıp savuruyor kendi evinden, halkından, topraklarından. Kolay olmasa gerek, sadece evinden değil bir hayattan ayrılmak için kararlar almak. Zor koşullarda hatta kimi zaman ölüm-kalım mücadelesiyle yolculukları göze almak. Sonuçta nereden geliniyor olursa olsun bir yerden bir yere gitmek, dönüşünü bilemediğiniz, neyle karşılaşacağınızı bilemediğiniz bir tercih olarak kalıyor size. Her tercihte bir vaz geçiş yok mudur? Bir bakıyorsunuz size komşu olmuş, haritada yerini bile bilmediğiniz bir yerden birileri… Çoğunlukla, daha iyi yaşam koşullarına ulaşmak için, maddi olarak refah için ama en çok çocuklarının “insanca” yaşamasını sağlayabilmek için kopuyor insanlar zorunlu bir gönüllülükle özlerindeki yaşamdan. Ve hep dönüş hayalleri büyüterek ve hep biraz misafir kalarak bulundukları yeni yerlerde. Onlar dönelim derken, düşlerinin mimarı çocukları kök salıyor bir tohumun filizlenmesi gibi… Anılar biriktiriyor; sevdalar yaşıyorlar belki; bir yemeğin tadını, bir çiçeğin kokusunu, bir rüzgârın rengini içselleştirip, bir şarkı seviyorlar dili kendi dili olan… Çocuklar, gitmenin değil kalmanın sularında yaşamı yakalarken… Zaman sınırları da değiştiriyor. Karışıyor, kimdi giden kimdi kalan? Bir yere, bir sonuca varmayan tek yol belki göç yollarıdır…”

***

Şimdi değil, geçmişten itibaren düşünerek yeni hayatlar için burada, adada olup, KKTC vatandaşlığını alıp kendini Kıbrıslı Türk olarak tanımlayan yurttaşlarımız ve burada çalışma veya oturma izniyle yaşayan diğer insanlar için planlı ve programlı olarak politikalar üretmemiz ve/veya üretilmiş politikaları ciddiye alarak yaşama uygulamamız gerekmiyor mu artık?
Seçimden seçime göç ve göçmenlik konusunu ele almak, seçimleri kazanınca (kendi fikriniz doğrultusunda kuşkusuz) sessiz kalıp, yitirince “Göçmenler irademizi etkiliyor!” diye şovenizme varan söylemlerle suçlayıcı olmak ne kadar çözüm üretmektir? Bu kadar hassas ve toplum vicdanında önemli ve kalıcı bir yer tutmuş, günümüzde gerçekten sorun halinde ele alınacak kadar derinleşmiş bir yara, nasıl kanatılır diye uğraşılmamalı; nasıl tedavi ederiz ve bu süreçten nasıl sağlıkla kalkarız diye hesaplar yapılmalıdır. Bunun da ilk adımı, temeli, aidiyet duygusudur ki bu duygu okullarda, eğitim ortamlarında ve eğitim basamaklarını buna göre oluşturacak sistemlerle gerçekleşebilir. Çünkü sistemli ve sistematik eğitim ve kültür çalışmaları ile bireyin yurttaş olmasına, yurttaşlık bilinci edinmesine ve haklarına sahip çıkmasına hizmet edersiniz.

Çevremdeki kimi sohbetlerden, paylaşımlardan edindiğim bir izlenim vardır ki bu konuda, paylaşmadan geçmek istemiyorum. Pek çok TC göçmeni KKTC yurttaşının, dünya görüşü olarak dünya konjonktürüne göre kendini sol fikirlere, sosyalist yapılara yakın gördüğü halde, adadaki seçimlerde tercih yapması gerektiğinde, çok da hevesli olmasa da sağ duruşlu partilere oy verdiklerini (bunlara kararsızları da dâhil edebiliriz) ve bunun nedeninin hala “Gemilere bindirilip gönderilme…” kaygısı olmasıyla açıklandığını biliyor musunuz? Bu anlamda kendini ait hissetmeyerek öteki kaygısı olan insanları eleştirmeye hangimizin hakkı var? Kim ister ki yerinden, yurdundan, emeğinden, hayatından kopartılıp iradesi dışında sürgün edilmeyi? Her kim ki bu anlamda tehdit altında olsaydı, ne hissederdi diye düşünmenin zamanı geldi de geçmedi mi? Ve önemli olan gemilere binip gönderilme kaygılarını ve algılarını ortadan kaldırabilecek politikaları halkın içerisinde yaşatabilmektir…

NOT: Göç ve göçmenlik konusuna, Yenidüzen Gazetesinde, “Göç ve Entegrasyon” (23.02.2010); “GÖÇLERİN DOĞASI” (25.02.2010) ve “Yanar Elleri… Yanar Elleri…”(19.11.2009) başlıklı yazılarımda değinilmiştir. Star Gazetesi’nde ise 07.07.2009 ve 09.07.2009 tarihlerinde “Temel Eğitim Sorunlarında Göçmenlik ve Çözüm Önerileri”; 16.02.2010 tarihinde “Çokkültürlülük ve Çokdillilik”; 22.02.2010 tarihinde “Göçmenlik ve Eğitsel Çözüm Önerileri “olarak bu konu incelenmiştir.
Bu haber 147 defa okunmuştur

:

:

:

: