Filistin meselesi Türkiye’de hem toplumun hem de hükümetin sürekli gündeminde olan bir konudur. Çünkü tarihi, coğrafi ve kültürel nedenlerle Türkiye’nin Filistin-İsrail sorununa yabancı kalması beklenilemez.
Filistin meselesi Türkiye’de hem toplumun hem de hükümetin sürekli gündeminde olan bir konudur. Çünkü tarihi, coğrafi ve kültürel nedenlerle Türkiye’nin Filistin-İsrail sorununa yabancı kalması beklenilemez. Türkiye bu sorunun ortaya çıktığı dönemden itibaren farklı dönemlerde farklı dış politika yollarını izlemiştir.
Filistin sorunu uluslararası bir sorun olarak gündeme geldiği günlerde Türkiye daha çok güvenlik tehtidi altında dış politikasını belirliyordu. Sovyet tehlikesinin olduğu dönemlerde Türkiye ile A.B.D’ nin yakınlaştığını gördük.Buna rağmen Türkiye 1947 yılında B.M ‘de Filistin mandasının taksimi aleyhinde oy kullanarak Arap ülkeleri ile beraber hareket etmiştir. 1948 Arap-İsrail savaşında tarafsız kaldı. 1949’ da İsrail’ i tanıyan ilk müslüman ülke oldu.Türkiye’ nin Ortadoğu ve Türkiye politikası Sovyet korkusu, Amerikancılık bölge ülkelerine küçük görme gibi unsurların etkisinde kaldı. Bu çerçevede Türkiye 1950 yılında Ortadoğu’ da batının bir temsilcisi gibi hareket etti. Türkiye arap ülkelerinde farklı davrandı. Türkiye öncelikle Sovyet tehtidi karşısında NATO’ ya girdi. 1960 yıllarından itibaren Türkiye’ nin ‘’Batı eksenli’’ dış politikası ülke içinde sorgulanmaya başlandı. 1962 Küba krizi Jubiter füzelerinin sökülmesi, 1964 Kıbrıs sorusu ve Johnson mektubu, Kıbrıs konusunda BM’de Türkiye’ nin yalnız bırakılması, ağırlaşan ekonomik sorunlar dış politikada Türkiye’nin değişikliklere gitmesine neden oldu. Türkiye, İslam Konferansı ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdi. Bununla beraber Filistin-İsrail sorununda daha da dengeli politika izlemeye başladı. Bunun sebebi; Türkiye’ nin 1967 savaşı (6 gün savaşları) sırasında İncirlik üssü’nün İsrail’ i desteklemek için kullanılmasına izin vermemesi buna örnektir. Bununla beraber BM’de arap ülkeleriyle beraber hareket ederek İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi için oy kullandı. 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması olayından sonra İKÖ toplantısına yüksek düzeyde katınılmıştır.1973’de Arap-israil(Yim Kippur) savaşın sonrasında Türkiye benzer bir politika izledi. Ülkedeki üslerini A.B.D tarafından İsrail’e yardım için kullanılmayacağını duyuran Türkiye, Mısır ve Suriye uçaklarına yakıt ikmali yapmaya giden Sovyet uçaklarının hava sahasını kullanmasını engellemedi. Bu dönemde petrol ambargosu, Kıbrıs müdahalesi ile kötüleşen ilişkiler ile beraber Türkiye, Filistin ve İsrail sorununda daha da dengeli politika izledi. Bu yıllarda Araplarla gelişen ilişkilerin karşısında Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin koptuğundan bahsetmek yanlış olur.1979 yılında imzalanan Camp David anlaşması ile Mısır’ın İsrail ile ilişkilerini geliştirmesi, Türkiye’yi bu alanda yanlızlıktan kurtarmıştır. 1980 sonrasında Türkiye’nin Filistin sorunu’na yaklaşımını 1980 askeri darbeside etkili olmuştur. 1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla Soğuk savaşın sonuna gelinildi ve Soğuk savaşın sona ermesi ile bölgede ve dünyada yeni bir dönem başladı. Bu dönemden sonra dünya’ya bakarsak I.Körfez savaşının ardından 1991 yılından itibaren barışçıl görüşmeler gerçekleşti. İsrail-Filistin sorununun yumağı 1991’de Madrid Konferansı ile çözümlenmeye çalışıldı, bundan sonrada Oslo görüşmesiyle devam eden Barış görüşmeleri nihayetinde 1994 tarihinde Washington da ‘’İzak Robin ile Yaser Arafad’’ arasında imzalanan anlaşma ile de ilk bölümü tamamlandı. Bu anlaşma ile ‘Filistin Özerklik ilkeleri deklarasyonu’ile 5 yıl içerisinde Gazze ve çevresinde özerk filistin devleti kurulmasına karar verildi.
Madrid süreci olarak isimlendirilen bu gelişmeler çözüm varmış gibi görünsede sorunun temelini oluşturan problemler çözümsüz bırakıldı. Özellikle Kudüs’ün nihai statüsü, Filistinli mülteciler ve musevi yerleşimciler sorunları bu sorunlar içinde en önemli yeri tutmaktadır. Sorunların çözülmemesi nedeniyle 2000 yılında intifada (toplu direniş) yeniden başladı. Türkiye’nin de girişimleriyle sorunların çözümlenmesinde başarısız oldu. Bush döneminde ortaya konan ‘Yol Haritası’ da daha önceki gibi başarısız olmuştur. Bugün ki sorunlar yumağının en önemli olan 3 ayağın ilki; Filistinli mülteciler ve geri dönüş haklarıdır. (1948’ den bu yana Filistinlilerin %70 i mülteci durumundadır).
A.B.D mülteciler komiserliğinin açıklamasında’’Dünyada her dört mülteciden birisi Filistinlidir’’ demesi durumun ne kadar içler acısı olduğunu gözler önüne sermektedir. Filistinlilerin geri dönme haklarını hukuki kılan en önemli dayanak noktası BM genel kurulunda ki 1948 de ki 194 no’lu karardır. Sebep ise mülteciler geri gelirse nüfusun değişeceğidir. BM kararı olmasına rağmen De Facto durum devam etmektedir. Kudüs sorununa yönelik bugün ortaya 2 plan çıkmaktadır. İlk olarak ‘’paylaşılmış veya bölünmüş egemenlik ‘’Bu yaklaşım Kudüs’ü 2 egemenlik bir yapıya götürür. İkincisi öneri ise ‘’bölünmüş hükümranlık’’ yaklaşımıyla Doğu Kudüs’ün Filistinlilere verilmesi ve İsrail’in Batı Kudüs’e egemen olması bu öneriye ilişkin olarak Filistin halkında bir görüş birliği varken İsrail bunu birinci öneriden dahada kabul edilemez görmektedir.