Her zaman biz Kıbrıs Türklerinin müzakerelerle ilgili olarak A ve B planları olduğu söylenir. A Planı’nda müzakereleri sürdüren liderlerin anlaşmaya varma ihtimali, B Planı’nda ise Kıbrıs Türkü’ne 2004 yılında Annan Planı’nda ve referandumda söz verildiği gibi üzerimizdeki ambargo ve izolasyonların kaldırılması sözünün yerine getirilmesi konuşulur. Her iki planda da ulaşmayı öngördüğümüz ‘tanınma, dünyaya varlığımızı kanıtlama’ hedefimize ulaşmamız ise üç ayak üzerine kurulmuştur. Bu üç ayağın birincisini müzakereler, ikincisini ise iki liderin görüşmeleri ve bir anlaşmaya varmamaları neticesinde BM’nin de katkılarıyla başka bir alternatif yaratmak oluşturuyor.
Bahsettiğimiz üçüncü ve son ayak da işte bu anda devreye giriyor.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, önceki gün yayımladığı raporda, müzakerelerin sonsuza dek devam etmeyeceğini ve müzakerelere bir takvim konulmasının şart olduğunu alenen ifade etti. Bu açıklama genel sekreterin müzakerelerde bir sonuca ulaşmayacağı fikrine kapıldığı ya da Rumlara lobicilik yaptığı şeklinde yorumlanabilir. Yani bu durumda bizim şu meşhur A Planı suya düşer. Genel Sekreterin taraflara tanıdığı 90 dakikalık maç süresi dolmuştur ve artık uzatmaların da sonuna gelinmiştir. Maç biterse Rumlar rahatlayacaktır. Çünkü AB’ye girmeyi başararak kendilerini zaten garanti altına almışlardır. Peki ya biz Kıbrıs Türkleri böyle bir durumda ne yapacağız?
Tabii ki B Planı’nı hayata sokacağız. Yani BM’den yeni bir Annan Planı isteyeceğiz. Ya da kendi içimizde bir referanduma gideceğiz ve Kıbrıs Türk Devleti’ni kuracağız. Kuzey Kıbrıs, pek çoğumuzun bildiği üzere İslam Konferansı Örgütü’nde Kıbrıs Türk Devleti olarak tanınmaktadır. En azından bunun avantajını kullanmalıyız. Zaten bu isimle yeni bir devlet kurduğumuz takdirde yeni doğmuş bir bebek kadar saf ve temiz, kirden, geçmişten arınmış bir devlete sahip olabileceğiz. Değişmesi gereken sadece devletimizin ismi midir peki? Tabii ki hayır. Her şeye sil baştan başlamalıyız.
Çıkarcı zihniyetleri bir kenara bırakarak başkanlık sistemine geçmeliyiz. Böyle olduğu takdirde bize en zor zamanlarımızda bile var gücüyle destek olan Türkiye’yi daha güçlü bir şekilde arkamıza alabileceğiz. Pek çoğunuzun şimdiden ‘Türkiye onu da dayatır’ zaten gibisinden söylemlerde bulunduğunu duyar gibiyiz. Biz burada dünyaya açılmaktan, bir kapana kısılmışlıktan kurtulmaktan ve dünyayla bütünleşmekten bahsediyoruz. Bazı sendika başkanları haricinde halkımızın yüzde 99’unun da istediği bu tanınmışlık değil mi? Yıllardır bunun için mücadele etmiyor muyuz? Bunca yıllık hedefimizi, hayalimizi bazı insanlar ‘bunu da Türkiye dayattı’ diye saçma söylemler içerisine girdiler diye bir çırpıda silebilecek miyiz? Hiç sanmıyoruz…