Mevcut sürecin bir çözüme ulaşmasını kimler gerçekten istiyor, kimler rol kesiyor kimler isterken istemezmiş gibi davranıyor? Karışık durumlar var kısacası.
Uluslararası Kriz Grubu (International CrisisGroup – ICG) birçok kişinin son günlerde iddia ettiğinin aksine bence Batı dünyası siyaset şekillendirme enstrümanlarının en kuvvetlilerinden birisi. ICG şimdiye kadar Kıbrıs’ta federasyonu savunan, çözüm için ısrarla taraflara çağrı yapan raporlar yayınlayan bir düşünce kuruluşu. Kolay değil, 2006-2011 yılları arasında federasyonu savunan altı raporda hem Kıbrıs Türklerine hem de Rumlarına problemin çözülememesi durumunda ağır bedeller ödeneceği uyarıları yaptı ICG.
Yedinci Kıbrıs raporunu geçen hafta yayınladı ICG. Arkadaşım, meslektaşım HughPope’un kaleme aldığı rapor daha yakın zamana kadar Pope ile tartışmalarımızda beni “katı” bulmasına sebep olan “iki devletli çözüm” veya “iki devletin Avrupa Birliği içerisinde birleşmesi” yaklaşımını sürpriz bir şekilde savunmakta idi…
Niye böyle oldu? Pope’un kafasına taş mı düştü? Niye ben “çözüm” derken Pope federal çözüm olmayacak gibi, diğer formülleri de tartışmalı Kıbrıslılar demeye başladı?
Eski AP Türkiye Raportörü ve milli eniştemiz JoostLagendijk durumu bana göre çok güzel özetledi hafta sonunda yayınlanan yazısında: “Uzlaşmaya varmak noktasında yaşanan onca hayal kırıklığı sonrasında başarı şansının çok az olduğunu ve bu yüzden belki de alternatif bir çözümü gündeme alma zamanı geldiğini düşünmek için iflah olmaz bir kuşkucu veya inatçı bir milliyetçi olmanız gerekmiyor.”
Öncelikle bazı şeyleri doğru perspektife oturtmakta fayda var. Kıbrıs sorunu Kıbrıs Türkleri için sağ-sol veya başka bir jargonla kompartımanlaştırılabilecek bir sorun değildir; yaşamsaldır. Yaşamsal bir sorun ele alınırken beylik lafların, sloganların bir yana konulmasında, ve gerçekçi bir yaklaşımla konunun incelenmesinde ortak fayda vardır. ICG raporunda da esasında aynı çağrı Kıbrıs Türkleri ve Rumları için yapılmakta, çözümsüzlüğün ağır faturası hatırlatılarak, tüm seçenekleri düşünün denmektedir.
Nedir raporun tavsiyeleri:
1- “Tüm taraflar asıl sorunun adanın mevcut bölünmüş halinden ziyade, bunun üzerinde anlaşma sağlanmamış bir bölünme olmasından kaynaklandığı gerçeği ile yüzleşmeliler. Bunu dikkate alan bir çözüm, iki topluma da üzerine geleceklerini inşa edebilecekleri sağlam bir yasal, siyasi ve ekonomik çerçeve sağlamanın tek yoludur.”
Yani, raporda statüko anlaşma olmadan, savaşla ortaya çıkmıştır; çözüm statükonun nasıl oluştuğu dikkate alınarak çizilmelidir.
2- “Herhangi bir anlaşmaya uzlaşma ile varılmış olması ve Kıbrıslı Rumların bunu isteyerek kabul etmesi gerekmektedir. Bağımsız bir Kıbrıslı Türk devleti için Kıbrıslı Rumların rızasını alabilmek adına hem Türkiye’nin hem de Kıbrıslı Türklerin, Türkiye askerlerinin tümünü veya tümüne yakınını geri çekmeyi kabul etmesi, 1960’da adanın bağımsız olması ile birlikte kabul edilen uluslararası garantilerden vazgeçmeleri, kuzeydeki özel mülklerin üçte ikisine sahip olan Kıbrıslı Rumlara tazminat ödemeleri, işgal edilmiş bölgelerin geri verilmesi konusunda cömert davranmaları, ve Kıbrıslı Rumların kendi kıyılarında, yeni doğalgaz rezervleri dâhil, tamamen hak sahibi olduğunu kabul etmeleri gerekecektir.”
İzah etmeye gerek var mı? Bu önerisindeki yaklaşım hem kabul edilebilir, hem asla kabul edilemeyecek yaklaşımları birlikte içermekte. Türk askerinin tamamen veya sembolik miktar haricinde tümüyle geri çekilmesi; garanti sisteminin sona erdirilmesi Kıbrıs Türkleri açısından mümkün mü? AB garantisi veya son zamanlarda tartışılmaya başlanılan NATO garantisi Kıbrıs Türkünün güvenlik ihtiyacını karşılamaya yetecek mi? Daha da kötüsü topraklarının neredeyse üçte birini Rumlara bırakıp bir de üstüne Rumların KKTC toprağına belli rakamla da olsa dönüşü kabul edilebilecek mi? Tazminat ödenmesi ve sair yollarla global takas tercih edilebilecek yöntem nasıl finanse edilecek; gaz ve sair enerji kaynakları tamamıyla Rumlara bırakılması kabul edilebilecek mi?
3-“Kıbrıslı Rumların, bağımsız bir Kıbrıslı Türk devletini AB’nin tam parçası olma yolunda desteklemesi gerekecek. Bu şu anda bir tabu kabul edilse de, Kıbrıslı Rumların adayı önemi olan her konuda – para birimi, temel değerler ve düzenlemeler, AB yasaları ve vize rejimi gibi – birleştirme arzusunu yerine getirmenin bir yolu olabilir.”
Bu konunun Kıbrıs Türk tarafınca reddedilecek öğe içermediği açıktır.
Ancak, bilhassa ikinci maddede sıraladığımız konuyu dikkatle incelemelerinde yarar vardır. Bu durumu kabul edebilir miyiz? Zannetmiyorum. Peki iki devletli çözüm daha az bedel ödeyerek gerçekleşebilir mi? Yine zannetmiyorum.
Ancak, HughPope’un dediği gibi AB içinde iki devlet konusu tartışmaya gelir ise, Rum tarafının da kaybedebileceği konular tartışılmaya başlanacağından daha az masraflı federasyon tezi bu kez gerçekten görüşmelere zemin oluşturabilir ve çözüm gerçekten ulaşılabilir olabilir.
Bu ICG raporuna dikkat edilmeli. Önümüzdeki dönemde çok daha detaylı tartışmalara temel teşkil edecek bir rapor bu. Şimdi bazı arkadaşlar ICG’nintrıvırı bir kuruluş, dediklerinin bir etkisi olmaz diyorlar. Peki kim bu ICG? Öyle trıvırı bir örgüt ki eş başkanlıklarında ABD dışişleri bakanlığı eski müsteşarı Büyükelçi Thomas R. Pickering ile BM eski genel sekreter yardımcısı ve UNDP başkanı Mark Malloch-Brown var. BM eski insan hakları yüksek komiseri ve Eski Yugoslavya ve Rwanda davalarında Uluslar arası Adalet Divanı’nın eski başsavcısı LouiseArbour CEO’luğunu üstlenmiş… Yönetim kurulunda kimler yok ki? Nijeryalı avukat AyoObe’den Güney Afrika ANC eski genel sekreteri CherylCarolus’a, Uluslar arası Ticaret Örgütü eski genel sekreteri Maria LivanosCattaui’den ünlü Paris Siyasal İlişkiler Okulu profesörlerinden GhassanSalamé’ye, George Saros’a, Finlandiya eski dışişleri bakanı PärStenbäck’tan eski BM genel sekreteri Kofi Annan (evet bizim Annan planına adı verilen genel sekreter), YediothAhronoth başyazarı NahumBarnea’ya, NATO eski başkomutanı WesleyClark ve daha kimler kimler…
Yeti mi? Eski Hollanda başbakanı, Pakistanlı bakan ve daha kimler, kimler… Yine mi yetmedi? Onursal başkanları kimler? Finlandiya eski cumhurbaşkanı MarttiAhtisaari, ünlü eski ABD Senato çoğunluk lideri George J. Mitchell ve Avustralya eski dışişleri bakanı GarethEvans.
Anlatabildim mi ICG nedir?
İki devletli çözüm artık masadadır diyebilir miyiz? Henüz değil ama yakında...
Kıbrıs sorununu tartışabilmeliyiz
Geçenlerde İstanbul’da bir toplantıdaydım. Toplumcu Düşünce Enstitüsü’nce düzenlenen “Kıbrıs Müzakereleri: Çözüm Arayışları ve Alternatif Yaklaşımlar” başlıklı çalıştay 7 Mart’ta “The Grand Tarabya” otelinde gerçekleşti.
Çalıştayın Türkiye kanadında enstitü başkanı Dr. Nebilİlseven, CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Osman Korutürk, CHP Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Hurşit Güneş, CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, CHP Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Süheyl Batum, CHP Savunma ve Güvenlik Danışmanı E. Tuğg. Ali Er, Osman Korutürk’ün TBMM Danışmanı M. Ayhan Kara; Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı E. Büyükelçi Korkmaz Haktanır, Dışişleri Bakanlığı eski müsteşar yardımcısı E. Büyükelçi Tugay Uluçevik, A. Ü. S.B.F. Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Uzgel ile gazeteciler grubunda benim yanım sıra Utku Çakırözer, Nur Batur ve Soli Özel vardı.
KKTC’den çalıştaya katılanlar arasında ise Cumhurbaşkanı Diplomasi Danışmanı ve Sözcüsü Osman Ertuğ, Dışişleri eski bakanı ve Milli Konsey Üyesi Taner Etkin, Dışişleri eski bakanı ve Milli Konsey Üyesi Vedat Çelik, Cumhurbaşkanlığı eski müsteşarı Ergün Olgun, emekli büyükelçiler Çavlan Süerdem, Rafet Akgünay, A. Zeki Bulunç ve gazeteciler Akay Cemal ile Sebahattin İsmail vardı.
Az önce de şikayet ettiğim gibi nedense bu davanın hepimizin ortak davası olduğunu unutup sıklıkla kendimizi kompartımanlara ayırma gayretkeşliğine giriyoruz. Yazıktır, bundan sakınmalıyız. Kendi kendine zarar veren, mazoşist bir toplum olmaktan çıkmalıyız. Tüm farklılıklarınıza rağmen bir bütünün parçaları olduğumuzu, aynı sandalda olduğumuzu unutmadan bu yaşamsal sorunumuzu tartışabilmeliyiz. Ama tartışmanın monolog değil, diyalog olmasına da müsaade etmeliyiz. Monolog derken de tek kişinin konuşmasını değil, çok kişi de konuşsa aynı frekansta ve içerikte konuşmasını kastettiğimi yeri gelmişken belirteyim.
İşte İstanbul’daki toplantının diyalog olmasına katkı koyanlardan birisi de bendim, bundan mutluluk duyuyorum. Umarım dinleyenler de duymuştur.
Kıbrıs görüşmelerinde içinde bulunulan noktada tarafların karşılıklı pozisyonları, karşı karşıya bulunulan riskler ve fırsatlar kapsamlı olarak ele alındığı toplantıda; adil ve sürdürülebilir bir çözüm arayışına olan samimi destek özellikle vurgulanmış; iki-devletlilik de dâhil farklı nitelikleri ile ve geniş bir yelpazede olabilecek alternatif çözüm modelleri üzerinde duruldu.
Yapılan sunum ve yorumlarda çözümsüzlüğün ve statükonun süreci teslim almasına izin vermeyecek ve Kıbrıs Türk Halkının çağdaş dünya sistemi ile bütünleşebilmesine olanak sağlayacak somut politika önerileri ve yöntemler değerlendirildi. Bu çerçevede uluslararası toplum ve özellikle AB’nin taahhüt ve kararları doğrultusunda Kıbrıs Türk Halkı üzerinde uygulanan ve tüm geçerli tanımları ile insan haklarına aykırı olan izolasyonların acilen kaldırılmasının gerektiğinin önemle altı çizildi ve bu alanda atılacak somut adımların, tüm ilgili taraflar açısından en gerçekçi ve inandırıcı bir samimiyet testi olacağı konusunda tam bir görüş birliğine varıldı.
Toplantıda görüşme süreçlerinin kendi içinde taşıdığı teknik ayrıntılar yanında, oluşturulacak yapıda, Ada’daki taraflar ilgilendiren; paylaşılan egemenlik anlayışı, iki-kesimlilik, siyasi eşitlik, iki tarafın Kurucu Devlet anlayışı içinde değerlendirilmesi, AB’nin “birinci hukuk” düzeyinde geçerliliği, mevcut vatandaşlık statülerinin korunması, doğal kaynakların adil paylaşımı gibi ilke ve anlayışların büyük özenle ele alınmasının önemi vurgulandı.
Ayrıca, mevcut Garantörlük ve İttifak antlaşmalarının korunması ile konunun doğrudan tarafları yanında, konunun yakın ilgili tarafları olan Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs bağlamında güvenceye alınacak dengeli bir ilişkiler ortamının oluşturulmasının bölge barışı ve istikrarı açısından taşıdığı hassasiyetler, yapacağı katkılar ayrıntılı olarak değerlendirildi. Bu bağlamda, yapılacak görüşmelerin her noktada ve kademede diplomasinin kendi dinamikleri içinde en etkin bilgi paylaşımları ve şeffaflıkla yürütülmesinin büyük faydalar sağlayacağı hatırlatması yapıldı.
Toplantıda oluşan temel görüşlerden biri de, Kıbrıs görüşmelerinin içerdiği ve yukarıda belirtilen ilke ve yaklaşımları başarı ile pratiğe geçirilmesinin ancak sağlam ve geniş bir kitlesel desteğe dayanılması ile mümkün olacağı görüşü olmuştur. Bu bağlamda doğru, sürekli ve katılımcı nitelikte bilgilendirmeler üzerinden en geniş zeminlerde yürütülecek etkili bir Kamu Diplomasisi uygulanmasının yararı vurgulandı.
Katılımcılar, Kıbrıs’ta adil ve sürdürülebilir çözüm arayışlarının Türkiye için önemi açısından değerlendirmeler de bulunmuşlar; değişen enerji kaynakları, enerji güvenliği ve bölgedeki siyasi gelişmeler ışığında Kıbrıs’ın Türkiye için ifade ettiği yeni güvenlik ve savunma özelliklerine dikkat çekmişlerdir.
Büyük güçler arasındaki küresel rekabet ve çatışma odaklarının Pasifik Bölgesine kaymasının bölgede yeni ittifak oluşumlarını gündeme getirdiği bir ortamda, Kıbrıs’taki ekonomik, finansal, siyasal ve sosyal dengelerin Türkiye’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki bölgesel ekonomik hak ve çıkarları açısından ayrıca kritik bir etken durumuna geldiği de ifade edildi.
Öte yandan, Türkiye’nin Kıbrıs’ta oluşturulacak olan bir çözüm modelinin, Türkiye’nin AB’nin kendi genişleme süreci içinde nasıl bir noktada yer alacağı üzerinde ciddi hukuki ve siyasi etkileri olacağı değerlendirilmiştir. Son olarak, Türkiye’nin Zürih ve Londra Antlaşmaları gibi taraf olduğu uluslararası antlaşmalardaki hak ve yetkilerini hukuken ve fiilen koruma konusunda göstereceği tutumun, bölgede bundan sonra ortaya çıkabilecek yeni yapılanmalarda Türkiye’nin etkili bir oyuncu olarak ne derecede sözü geçen veya dikkate alınacak bir taraf olacağı konusundaki yaklaşımları da doğrudan belirleyeceğine dikkat çekildi.
Tabii ki gönül bu gibi çalıştaylara değişik görüşten kişilerin, gençlerin katılımının mümkün olmasını, değişik fikirlerin çarpışmasından sinerji yaratılmasını, yeni fikirler geliştirilmesini arzu ediyor. Bakalım, en azından bazılarımız yavaş yavaş öğreniyoruz konuşmasını…
Son söz: Kıbrıs Türk halkı çözüm istemek, çözümde direnmek zorundadır. Çözüm istemek zafiyet değil, bir avantajdır. Böyle bir toplumun ferdi olmaktan ben gurur duyuyorum. Ancak, çözüm demek hiçbir şekilde teslimiyet değildir. ICG bugün bizim pek de uygun göremeyeceğimiz koşullarla iki devletliliği konuşuyor ise bu Kıbrıs Türkünün çözüm istenci sayesinde olmuştur. Görüşmeci heyetine ve bilhassa Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’na görevinde güvenmek partizanlık değil, vatanseverlik gereğidir. Sadece hatırlatırım.