Elli milyondan fazla Türk seçmeni Pazar günü sandık başına gitti. Seçim kampanya dönemlerinde gerginlikler, az veya fazla kutuplaşmalar, arzu edilmese de az biraz tansiyon olur, doğaldır. Bu seçim ülkenin şimdiye kadar gördüğü belki de en kaotik seçim sürecine şahit oldu ama maalesef oy vermekle, seçim sonuçlarını almakla da tansiyon düşmeyecek.
Sizler bu yazıyı okurken seçim sonuçları çoktan alınmış olacak. Ben de müneccim değilim, kim kazandı kim kaybetti konusuna en azından adaylar düzeyinde girmeyeceğim. Ama bir vakıa ki Pazartesi sabahı Türkiye’de kimse daha az tansiyonlu, daha az kutuplaşmış ve daha iyi yönetilen bir ülkeye uyanmayacak. Aksine, işaretleri çoktan verildi, belki de emirler imzalandı bile, gazetecilerin ve muhaliflerin tutuklamaları başlayacak, bakmayın balkonda veya herhangi bir yerde seçim gecesi verilmeye çalışılan uzlaşı mesajlarına, cemaat ile iktidar kavgasında yeni bir bölüm açılacak, kavga yoğunlaşacak.
Kavganın şiddeti ile seçim sonucu arasında doğrudan bağ olduğunu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bizzat söyledi. Dedi ki Gülen cemaatine yönelik yapılacak operasyonu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçimde alacağı oy oranı belirleyecekmiş.
Uysa da öyle uymasa da… Kimse herhalde başbakandan daha iyi bilecek değil hangi operasyonun neye göre yapılacağını, boyutunun, şiddetinin ne olacağını. Ama bunlar hep detay konular, ülke geneline elbette etkisi var ama AKP ile eski koalisyon ortağı Hizmet cemaatini veya Gülenciler arasındaki mesele. Bizim konularımız bu kavganın izini elbette ki taşıyacak, nihayette burası Türkiye ve hepimiz aynı gemideyiz. Ancak çözülmesi gereken konular listemiz AKP ile Gülenciler barışsa da kavga da etse ele alınması ve çözülmesi gereken kapsamlı meseleler.
1- Suriye, göçmenler, sınır güvenliği, savaş meselesi:
a- Sınırımız delik deşik. Kim giriyor, kim çıkıyor belli değil. Suriyeli isyancılar silahlarıyla birlikte elini kolunu sallaya sallaya iki ülke arasında gidip gelmelerini bırakın, sınır vilayetlerimizde fink atıyorlar. Önlem alıp durup zapturapta alınmaya çalışılınca Reyhanlı benzeri olay tehdidi ile karşılaşıyor Türkiye. Bu konu nasıl halledilecek?
b- Göçmen meselesi, ki resmen mülteci deyip uluslar arası destek de alamıyoruz, başa bela hale geldi. Şu ana kadar üç milyar euroyu aşan masraf ve güvenlik tehdidine rağmen, Suriye durulacak gibi değil ve büyük bir yeni göç dalgasının söz konusu olduğu endişeleri giderek artıyor. Ciddi güvenlik sıkıntıları yaratan göçmen ve göç meselesinde ilerleme doğrudan Suriye sorununa çözümden geçiyor. Çözüm görünür mü? Maalesef hayır, üstelik Rusya’nın Kırım’ı ilhak kararından sonra sorunun daha da çetrefil hale gelme potansiyeli var. Ayrıca İran her şart altında Esat rejimi ile işbirliğine devam ediyor.
c- Yasaklanan malum dörtlü “Türkiye’nin Suriye savaşına katılmasına meşruiyet kazandırma senaryosu” her ne kadar böyle bir senaryonun yürürlüğe sokulmasını zorlaştırmış ise de maalesef uçak düşürme ve sair gerginliklerle ön oyunu başlamış gibi görünen bu maceranın önümüzdeki dönemde olabilirliği büyük endişe kaynağı. Diğer yandan en hassas konuların bile bir şekilde sızdırılabileceği gerçeği üzerinde acilen durulup bu açıklar kapatılmalıdır. Nasıl olacak? Elbette öncelikle Dışişleri bakanı makam odasından sızıntı nasıl olabildi, güvenlik açıkları nelerdir doğru dürüst ve derinlemesine araştırılmalıdır.
2- Yolsuzluk, şeffaf yönetim, demokrasi ve yasaklar meseleleri:
a- Kim ne derse desin yolsuzluk soruşturmasının önünün kesildiği, dosyaların siyasi muameleye tabi tutulduğu aşikâr. Türkiye böyle devam edemez. Seçimde ne kadar yüksek oy alınırsa alınsın, meşruiyet ancak mahkemede yolsuzluk iddialarının düzgün ve şeffaf bir şekilde aklanarak ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Ayakkabı kutuları, evlerden çıkan milyarlar ve sıfırlama operasyonları ancak serbest ve adil mahkeme kararlarıyla geride bırakılabilinir. HSYK yeniden yapılandırılması, polis ve savcılıklardaki deprem, ülke çapında her türlü bürokratın savrulup durması ciddi endişe kaynakları değil mi?
Suçlanan dört bakan ve işbirliği içinde olduğu iddia edilen TC veya yabancı kökenli kişilerin soruşturulması için TBMM komisyonu kurulması bir an önce gerçekleştirilmeli. Aklanmadıkları sürece bu iddialar bu eski bakanları ve hükümeti esir almaya devam edecektir.
b- Yönetimde şeffaflık sadece yönetenin yönetilenden beklentisi değil daha ziyade yönetenin şeffaf olmasını gerektirmiyor mu? Sayıştay raporlarının TBMM’den kaçırılmasının mantığını anlamak mümkün mü? Gezi ve sonrası sivil gösterilerin talebi de bu değil mi?
c- Twitter ile başlayan, youtube ile devam edip seçim sonrası genişleyeceği korkulan yasaklamalar, genel demokrasi kısıtlamaları Türkiye’yi Kuzey Kore benzeri ülke konumuna getirmedi mi? Bunun devam ettirilmesi mümkün mü?
3- Cumhurbaşkanlığı, TBMM seçimleri, açılım:
a- İstesek de istemesek de seçim sandığı hatta sandıkları önümüzde. Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı, gelecek yıl Temmuz ayında TBMM seçimleri ve hatta belki de Ağustos’ta iki seçim birden bu yıl. Bu çok çetrefil bir mesele. Tansiyonu düşürmeden Türkiye bu süreçten çıkamaz, çok derin yaralar alır. Mevcut Erdoğan-Gülen kavgası bitmeden bu süreç nasıl yönetilecek? Durumun ne kadar tehlikeli olduğunu herkes gördüğüne göre demek ki en azından bir ateşkes sağlanması gerekiyor. Nasıl olacak? İddialara göre seçim sonrasında daha büyük bir hiddetle “temizlik” harekâtına başlanacak. O durumda vaziyet çok vahim.
b- Açılım meselesi ne olacak? Bu hengâme içerisinde zaten zor yürüyen Kürt açılımı nasıl yönetilecek. Hâlihazırda toplumda İmralı’ya teslim olunduğu, devletin ciddi geri adımlar atarak devletin birliğini ve bekasını tehdit altına soktuğu endişeleri var. Sürecin durması ayrı bir fatura, devamı daha ayrı bir fatura. Türkiye bu konuyu nasıl yönetecek?
4- Ekonomik sıkıntılar: Malum Türkiye Batı ile entegre bir ülke. Avrupa kurum ve kuruluşlarına üye, NATO üyesi, AB ile katılım müzakereleri yapan bir ülke. Ne petrolü var ne de başka önemli bir doğal zenginliği. Demek ki ekonomik istikrar için üretmek, ihraç etmek, aracı olmak, ekonomik aktivitelere yoğunlaşmak zorunda. Batı ile entegre ve bu kadar kırılgan ekonomik yapıya sahip Türkiye mevcut baskıcı yönetim anlayışını, yasakları sonsuza kadar muhafaza edebilir mi? Elbette ki hayır. Öyle “Twitter, mwitter tanımam, hepsinin kökünü kazırım” deyip kapatmak meydanların hoşuna gider ama ekonominin hiç de hoşuna gitmez. Peki durum nasıl kurtarılacak şimdi? Üstelik de iki seçim daha var kapıda ve Başbakan da cumhurbaşkanlığı adaylığı hususunda henüz karar vermiş değil. Çok çetrefil bir durum.
Ve KKTC seçimleri…
Ulusal Birlik Partisi ile Demokrat Parti-Ulusal Güçler komedyasının Sertoğlu tercihine değineceğim. O konu tam bir serserilik hikayesi. İki milliyetçi, vatansever, ulusalcı her ne ise anlamlı bir şey olduğunu iddia eden parti birleşip, ittifak kurup Kıbrıs Futbol Federasyonunu Rum Futbol Federasyonunun şubesi haline getiren anlaşmaya imza atan şahs-ı garaibe adam muamelesi yapıp, ortak aday yapmışlar… Benden ne o adaya ne de o gariplikler ittifakının herhangi bir adayına oy yok. Kimse kusura bakmasın, benim oyum kıymetli ve tek oy da anlamlı.
Evet tek bir oy anlamlı. İnanmayan bir baksın incelesin Nasyonal Sosyalist Parti’de Adolf Hitler’in nasıl yönetimi ele geçirdiğine… Hem ulusalcı olacaksın, hem milliyetçiliğine toz kondurmayacaksın hem de herkese nanik atarak gidip Kıbrıs Türk Futbol Federasyonunu 1960 sisteminin hatta İngiliz yönetiminin bile gerisine atacak, Rum federasyonunun herhangi bir futbol kulübünden az farklı şekilde şubesi haline getireceksin. Ne yaptığını inkar edeceksin. Yakalanınca “düzelteceğim” diyeceksin. Aylar geçecek imzanı geri almayacaksın. Ve sonra ulusalcı duyarlılıkla Lefkoşa Türk belediye başkanı olabilmeyi düşüneceksin.
Hele Serdar Denktaş kendisini nasıl aldattığını unutmuş gibi seni ortak aday göstermeyi kabul edebilecek.
Hele UBP yediğin naneyi unutup Serdar ve DP-UG ile birlikte senin ardından yürüyecek.
Hadi canım sende, ben efendi efendi gider CTP’nin adayına, TDP’nin adayına veya bir bağımsıza oy veririm ama “dön baba dönelim” tekkesi müritlerine oy vermem. Hiç olmazsa oy verdiğim adayın dediklerinden hoşlanmasam da dürüst olmasını beklemek bir vatandaş olarak herhalde en doğal hakkımdır.
EY vatandaş! Ey Kıbrıs Türkü! Unutmayın, tek oy önemlidir. 1999’da Türkiye’de CHP bile meclis dışına mahkum edildi dandik politikalarda ısrar ettiği için. Hiçbir şey olmaz, verin oylarınızı aklınıza yatan adaya, boş verin parti sadakatini, verin dersini bu utanma ve arlanmayı bırakan siyaset simsarlarına.