Bugün Dünya Gıda Günü…
Sağlıklı beslenme masallarıyla 40 yılımıza ve iki nesle mal olan gelişmiş ülkeler, bugün “Çiftçi Aileler” mottosuyla ikiyüzlülük sergilemekte.
Türkiye’de ve KKTC’de tüm ailelerin çiftçi olduğu, yani herkesin bahçesinde domatesini, biberini, kabağını yetiştirdiği, tavuğunu keçisini beslediği düzeni “alt” olarak betimleyerek bozan ve modern dünyaya giriş anahtarı olarak margarin ve mısır yağını tavsiye eden, fastfoodları hayatımıza sokan Batı bugün kalkmış akıl veriyor.
Bundan 30 yıl önce tereyağı kalp hastalığını tetikliyor, damar sertliği yapıyor diye mutfaklarımızdan çıkarıldı. Bilim adamları söylüyordu bunu. Dolayısıyla margarinlerin, mutfağın başköşesine kurulması zor olmadı.
Demirel’in kulakları çınlasın, Türkiye’nin 70 sente muhtaç olduğu 1976-77 yıllarında insanların margarin kuyruklarına girmesi ve iki paket margarin alabilmek için kendilerini paralaması fikir önderlerinin görevlerini başarıyla ifa ettiklerinin göstergesiydi.Bir nesil, tereyağı kültüründen, lezzetinden bihaber büyüdü. Ne zaman obezite en riskli çağ hastalıklarından kabul edildi, o zaman beslenme uzmanları kilo almaya elverişli gıdaları incelemeye tabi tuttu. Yapılan araştırmalar neticesinde margarinin vücutta erimediği, içinde çeşitli katkı maddelerinin olduğu ortaya çıktı ve yıllar sonra tereyağına hak ettiği değer verildi. Aşağı yukarı 30 yıl sonra… Aynı bilim adamları çıktı,'tereyağı zararsızdır, kalp ve damar hastalıklarına yol açmıyor' dedi.
Kimse de “niye yedirdiniz bize o zaman nasıl yapıldığını bilmediğimiz yağları” diye sormadı…
“Zeytinyağının günahı neydi” demedi…
O sivri domateslerin hayatımıza girmesi de aşağı yukarı aynı dönemde oldu.
Sertti, dayanıklıydı. Üstelik posalı olduğu için salça yaptığınızda firesi de azdı.
Bu domatesin oyunu bir dahaki sene çıktı. Tohumunu saklayıp ekmek isteyenler bunun olmadığını görünce şaşırsalar da, domatesi sevdiklerinden yeni tohum alıp ekmekte beis görmediler.
Korkunç bir tuzağın pençesinde olduklarını bilemezdi tüketici.
Özetle bugün gelinen nokta: Türkiye’nin hibrit sebze tohumu ithalatında İsrail birinciliği kimseye kaptırmıyor.Tarım ülkesi olmasına rağmen Türkiye’de tüketilen domatesin yarıya yakınının tohumu İsrail’den ithal ediliyor. 2012 yılında İsrail’den 16 milyon dolarlık domates tohumu alan Türkiye, 2013 yılında da 13 milyon dolar ödemiş.
Araştırmalara göre Türkiye, 2013 yılında 194 milyon dolarlık tohum ithalatı yapmış. Bu tohum ithalatının da yüzde 60-65’i halk arasında kısır tohum olarak bilinen hibrit sebze tohumlarından oluşmuş.
Dolayısıyla Anadolu’nun verimli toprakları bu tarım politikasıyla her geçen gün daha da çoraklaşıyor.
Ki, sadece Türkiye değil hibrit tohumdan etkilenen. KKTC’de de durum pek farklı değil zira İsrailhibrit tohum projesiyle tüm dünyayı tehdit etmeye başlamış vaziyette. Bu proje, sürdürülebilir tarımı tehdit ediyor ve durdurmayı hedefliyor. Bu da dünyayı açlıkla terbiye etmek düşüncesi ile eş değer olarak değerlendiriliyor.
İşte Dünya gıda gününün acı gerçeği… Sadece gıdamıza el koymadı, sağlığımızı aldı bu zihniyet. Bize yapaylığı dayatırken, kendisi organik tarıma geçti. Tohumu toprağı bir yana bırakın, damak zevkimizi bile değiştirdi. “Sağlıklı yaşam” kisvesi altında sunduğu prototip yaşamla kendi iktidarını perçinledi.
Dünya Gıda Günü’müz kutlu olsun!