Bazı konular siyasete kolay teşne olsa da aslında siyaset üstü olmalı, en azından öyle değerlendirilmelidirler. Bu gibi kavramlardan bir tanesi, demokrasinin temel direklerinden basın ve ifade özgürlüğüdür.
Hep söylerim, yineleyeceğim. Yaşam en önemli haktır ve yokluğunda diğer tüm haklar anlamsız ve gereksiz olur. Bütün hakların savunulduğu, ilave haklar talep edildiği kampanyalar, gösteriler, siyasi mücadeleler hayatın kaybedildiği anda anlamını yitirirler, gereksiz olurlar.
Çağdaş yaşam, dolayısıyla demokrasi de bir yaşam tarzı olarak diğer bazı temel öğelerle birlikte özgür düşünce ve basın özgürlüğü üzerine yükselebilmektedir.
Sizler bu satırları okuduğunuz sırada benim koordinatörlüğünü yaptığım Gazeteciler Cemiyeti’nin Özgürlük için Basın projesi İkinci Ulusal Konferansı Ankara’da toplanmış, acı da olsa konularımız masaya yatırılmış olacaklar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kaldırılan, ancak yeniden kazanılması için Gazeteciler Cemiyeti’nin büyük uğraşlar verdiği fiili hizmet zammının (yıpranma payı) ne kadar yerinde ve gerekli olduğu bazı rakamlarda net olarak görülebilmektedir. Gazeteci tanımı üzerinde ülkede bir türlü hem fikir olunmamasına ve günümüzde bütün iyileştirmelere rağmen 1923’ten bu yana doğal olmayan nedenlerle kaybettiğimiz 77 gazetecinin hayatıyla kanıtlandı. Sadece 2015 yılında çeşitli sebeplerle beş gazeteci hayatlarını kaybettiler. Bunlardan ikisi hunharca Şanlıurfa’da infaz edilen Suriyeli meslektaşlarımızdı.
Yazdıklarına, bildirdiklerine, ideolojilerine bakılmaksızın, gazetecilerin hapse atılmalarını reddetmek özgürlükçü, demokrat duruşun gereğidir. Son olarak Can Dündar ve Erdem Gül’ün hapsedilmeleriyle özgürlüğü kısıtlanan gazeteci sayısının 2012’de düştüğü 22 seviyesinden tekrar 31’e tırmanması elbette övünç meselesi olarak görülemez.
Geçen yıl, oldukça yüksek, 330 gazetecinin işten çıkarılmasına, 8 gazetecinin istifa etmesine karşılık, bu yıl Ocak-Kasım 2015 döneminde 442 gazeteci işten çıkarıldı, 29’u istifa etti. İşsiz kalan gazetecilerin bir çoğunun “tekrar iş bulabilme umuduyla” durumlarının haberleştirilmesini istenememeleri, bu alanda gerçekçi rakam söylenmesini imkansızlaştırmaktadır. Gerçek rakamın 2014 için 1200 civarında, 2015’de ise en az 2000’li rakamlarda olduğunu düşünmekteyim.
Medya mensuplarına yönelik şiddet hareketleri 2014’te de devam etti. Mart-Aralık 2014 döneminde görülen 107 şiddet hareketinden 95’ı erkek, 12’sinin kadın gazetecilere ve ikisi de yayın kuruluşlarına yönelikti. Bunların 63’ü polis, 35’i “diğer” kişilerce, 9’u vatandaşlar tarafından yapıldı. 9 vakada medya mensuplarının hakaret ve tehdide maruz kaldığı da kaydedildi. 2015 yılında yayın kuruluşlarına yönelik saldırılarda belirgin bir artış görüldü; 12 yayın kuruluşuna yönelik gerek saldırgan grupların gerekse güvenlik güçlerinin medya özgürlüğü açısından endişe verici davranışları oldu.
Oto sansürün ne olduğu, ne kadar yaşandığı, ancak televizyon ve gazete haberleri izlenerek, köşe yazıları okunarak hissedilebilirse de bunların sayılara dökülmesi mümkün değildir. Ancak sansürün sayılarla görülebileceği durumlar da vardır.
Özgürlük için Basın 2014-2015 değerlendirme raporunda Mart-Aralık 2014 döneminde akreditasyon adı altında 24 kez ve onlarca gazetecinin habere erişimden ve hatta haberdar olmaktan bile men edildiği, 23 kez üst kurullarca yayın engeli, 46 kez de erişim engeli görüldüğü vurgulandı. 2015’in Ocak-Kasım döneminde ise 31 akreditasyon olayı, 103 kez üst kurullarca yayın engeli ve 797 kez haber sitelerine, haberci bloglarına yönelik erişim engeli uygulaması görüldü. Mart 2014 ile Kasım 2015 arasındaki dönem dikkate alındığında 55 akreditasyon vakası, 126 yayın engeli ve 843 erişim engeli yaşandığı görülecektir. Ayrıca akreditasyon uygulamaları “olay bazında” kayda alınmıştır. Gülen cemaatine yakın medya medya organlarıyla çoğu kez Sözcü, Ulusal TV gibi “muhalif” kuruluşları muhabirleri akreditasyon uygulandığı durumlarda haberden men edildikleri dikkate alınırsa bu surette habere ulaşımı engellenen gazeteci sayısının oldukça yüksek olduğu anlaşılacaktır.
Erişimi engellenen site sayısı ise 2013’e kadar toplam 42 bin 686 iken, bu sayıya 2014’te 23 bin 558 ilave edilerek 66 bin 244’e, 2015’in ilk 10 ayında 37 bin 633 eklenerek uluslararası alanda kırılması zor bir rekora imza atıldı ve erişime kapatılan toplam site sayısı 103 bin 877’ye ulaştı.
“Bütün bu ve diğer çok daha acı rakamları bahsedebiliyor isek Türkiye’de nasıl olur da basın özgürlüğü sıkıntısı vardır” diyebiliyoruz? Sıklıkla sorulan bu soruya cevap aslında çok basit. Türk basını her dönemde tüm baskılara rağmen sesini yükseltebilme başarısını gösterdi. Bölgedeki diğer ülkelerden farkı da. Her dönem sesini yükseltip, “Kral Çıplak” diyebilenlerin mevcudiyeti Türk basınının onuru olmuştur.
1923’den buyana 77 gazetecinin “yatağında” ölememesi “Kral çıplak” diyebilmenin bedelinin ne kadar büyük olduğunu sergilemektedir.