Yusuf KANLI
Gerçi hala daha 'Fethullah Gülen paralel devlet yapılanması' ile yakından tanıdığımız ve ulusalcılığına, Atatürk düşünce ve devrimlerine bağlılığına emin olduğumuz onlarca komutanın nasıl bir araya geldiklerini, bu hıyanet şebekesinde nasıl birlikte olduklarını anlamakta zorlansam da, iddiaların, yaşananların çok vahim olduğu aşikâr.
Her türlü olağanüstü müdahalenin demokraside ciddi tahribatlar yarattığını benzer süreçleri yaşayan halklar gibi Türk halkı da maalesef yaşayarak, acıyı çekerek ve defalarca 'kurtarılarak' ödediği yüksek bedelle öğrendi. Ondan dolayı mı sokaklara döküldü bir çağrıyla yoksa halk çağrıya hazır olmasa çağrı da gelmez miydi? Bunlar üzerinde çok yazılıp söylenecek önümüzdeki dönemde. Aşikar olan Türk halkının darbeye karşı çıplak elleri, bedenleri ile siper olması, dur demesi. Bu büyük bir kazanım, ayı zamanda da büyük bir tehlikedir.
Kaşların kalktığını görür gibiyim. Niye 'büyük bir tehlikedir'? Türkiye'de ilk kez halk 'Yeter artık' diyebilmiş, kendi kaderini kendi ellerine almayı başarabilmiştir. Mesela, Mısır'da ekmek fiyatları arttı diye sokağa dökülen halka gıpta etmiyor muyduk hep? Hüsnü Mübarek diktasına rağmen temel besin maddesi ekmeğin fiyatındaki artışa karşı insanların hayatlarını tehlikeye atıp sokağa dökülmesini 'demokratik' bir davranış olarak görmüyor muyduk? Gerçi Mısır'da ayaklanma, kalkışma, karşı darbe, yeniden darbe falan ne olmuşsa son birkaç yılda yaşananlar halkın politize olmasının çok da hayırlı olmayabileceği izlenimi verse de, halkın toplu gücünün farkına varması hem iyi hem de kötü neticeleri olabilecek güçlü bir 'silahtır.'
İstediğimiz hedefin sağlanmasında kullanılabilecek bu silah, bir anda 'güç bende' sendromu sayesinde başka amaçların sağlanmasına da yönelebilir. Bizim gibi çetrefil sorunları olan, demokrasi kültürü bir türlü olgunlaşamayan, hatta şaklabanın, yalakanın bol olduğu, 'güce tapma' gibi bir hastalığı bulunan toplumlarda bu 'güç bende' sendromu bir anda hiç beklenilmeyen ciddi sonuçlar doğurabilir.
Halkın her akşam sokağa dökülerek ülkenin kaderinin yeniden şekillenmesinde 'rol oynama' duygusunu yaşamasına imkân verme çok akıllı bir siyaset olduğu kadar aynı zamanda 'güç bende' sendromunun daha da yerleşmesine sebebiyet vermesi açısından da tehlikelidir. Ayrıca, bu kalabalıklar üzerine yapılacak bir provokasyonun sonuçlarının çok vahim olabileceğini söylemek kehanet olmayacaktır. Hele de darbe girişimi sırasında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın ne kadar acınası bir istihbarat zafiyeti içerisinde olduğu da dikkate alınırsa bu yolda ısrar etme ciddi tehlikeyi göze almak anlamında olacaktır.
Bu yeni dönemde, Olağanüstü Hal içerisinde Türkiye yeniden yapılanacak ve belki de çok kısa sürede bir anayasa değişikliği ile tamamlanacak fiili başkanlık sistemi provası yapacaktır. Daha önce de defalarca söylediğim gibi yönetim sistemleri arasında sonuç açısından fark olamaz. Mesele denge ve denetleme mekanizmalarının uygulanacak yönetim sistemine göre yeterli ve etkin şekilde kurulması veya kurulmamasıdır. Denge ve denetleme olmadan her sistem sakıncalı ve acı verici sonuçlar doğurabilir.
Kıbrıs sorunu açısından Türkiye'deki darbe girişimi sıkıntılı sonuçlar doğurabilirdi. Her ne kadar 'aman ha Rumlara empati (duygudaşlık) gösterelim, varsın onlar bizi adam yerine koymasınlar' zihniyeti devam eder miydi, hizaya çekilir miydi, bilemem. Her halükarda görüşmelerde ciddi etkisi olacağı, en azından 'garantiler kırmızı çizgimiz' pozisyonumuzun ciddi hasar uğrayacağı aşikârdır. Her beş-on sende bir siyasi iktidarı darbe ile uzaklaştıran bir Türkiye nasıl yeni federal Kıbrıs'ın garantörü olarak devam edebilecekti?
Tamam... Ben de biliyorum Rum tarafıyla askeri müdahale, askeri mevcudiyet içermeyen bir garanti sistemi üzerinde fikir eksersizi yaptığını bizim muhteremlerin ama yine de Kıbrıs Türk halkının böyle bir saçmalığı reddedeceğini, 'Türkiye'nin etkin ve caydırıcı garantisi olmadan asla' diyeceğini biliyorum. Hele o eski Rum milletvekilinin Rumlar hazırlıklı olsalardı karışıklıktan istifa edip 15 Temmuz gecesi tüm Türk askerini esir alıp Kıbrıs sorununu çözüverirlerdi fantezisini duyduktan sonra ne AB üyeliğinin ne de geçen onca senenin Rum mantalitesinde fazla bir değişiklik yapmadığını teslim etmek lazım.
Gelelim, ara formül' meselesine...
Rumlar ne istiyor? Maraş verilsin. Ara bölge Rumların kullanımına açılsın. Askeri kullanımda veya boş olan sınırdaki köyler iyi niyet çerçevesinde Rumlara iade edilsin.
Doğrudur, kimse kimseyi bir şeylerle rehin almamalı, insanların umutları hele de kimsenin ipoteğine bırakılmamalı.
İyi de, Kıbrıs Türk toprağındaki kiliselerde ayin yapmalarına izin verilen Kıbrıs Rumları bu izinden dolayı Kıbrıs Türküne teşekkür mü ediyor, daha fazla mı talep ediyor? Rum tarafında yıkıp yaktıkları Türk camilerinden kaçını onarmayı, yeniden inşa etmeyi iyi niyet çerçevesinde düşündüler mesela? Canım, duygudaşlık yapsınlar diyorum, o kadar.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı avukatları olmuş, Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu'nu 'muhatap' almıyormuş, Rumlara istediklerini verin diye hükümete baskı yapıyormuş. Akıncı sahi kimin cumhurbaşkanı?
'Ara formül' yapıp Maraş'ı Rumlara verelim. Ara bölgeyi de onlara açalım. Peki mesela egemenlikteki hakkımızı tanıdı mı Rum kesimi? Hani yeni petrol gaz arama ihalesi açılmayacaktı, iki lider anlaşmıştı? Rum tarafı yine ihale açtı, katılanları açıklayacak yine. Ne diyor bizim 'duygudaşlık' vurgunu Akıncı'nın Rum mevkidaşı Nikos Anastasiades 'Görüşmeler başka iş, Kıbrıs Cumhuriyeti egemenliği başka iş. Egemenlikten ödün vermem.' Peki Allah aşkına egemenlik paylaşılmasını görüşmeyecekse Anastasiades, ne görüşüyor sayın Akıncı ile?
* *
Nihayette, Lefkoşa da suya kavuştu
Kim ettiydi, nasıl olduydu hepsi hikâye. Bu sıcak günlerde Lefkoşa halkını tankerlere mahkûm eden anlayış nihayette pes etti, insanımız temiz, kaliteli suya kavuştu.
Belediye Meclisinin CTP'li üyeleri niye öyle davranmışlar, DTP niye bu kadar katı durmuş bu konuda demenin alemi yok, sonuç olarak onlar da farkına vardı suyun nimet olduğunu, afaki tartışmalarla halkı susuzluğa mahkum etmenin anlamsızlığını.
Suyun fiyatlandırılması ile ilgili tartışma elbette ki anlamlı. Belediye başkanlarının hem hükümet hem de suyun geçici yönetiminin verildiği DSİ ile bu konuda tartışmaya devam etmeleri tabii ki gerekli ve yararlı. Yine belediyelerin Türkiye ve KKTC hükümetleri arasında proje giderlerinin 25 yıllık bir dönemde ödenmesini öngören mevcut fiyatlandırma ile ilgili temaslarda bulunulmasını sağlamayı amaçlı girişimleri de yararlı olacaktır. İnsanımızın çıkarı bunu gerektirir. Bu iş için çok geç kalınmış olsa da, siyasette 'siyasi istek varsa her problemin çözümü bulunur' desturu unutulmamalıdır.
Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancı'nın 'iki koyunu bile güdemez' diyenleri utandırarak zaman alsa da halka hizmet için seçildiği gerçeğini görüp, siyasi tartışmaları bir kenara itip halkı suya kavuşturmasını kutlamak lazım.