Kıbrıs meselesinin ne kadar çetrefil, ne kadar çözülmez bir sorun olduğu konusunda olduğu gibi nasıl çözülmesi gerektiği hususunda da her kesin bir fikri vardır. Bu konu köy kahvelerinde, meyhanelerde, hele komşu kadınların kuşluk kahvelerinde sohbetlerde çözülebilse ne kadar güzel olacaktı, ama olmuyor...
'Bir iki parça pirzola, iki parça şeftali kebabı, azıcık mey ve bir de Kıbrıs'ta çözüm' diye bir menü olsa şahane olmaz mıydı...
Elli yılı aştı Kıbrıs'ta iki asli unsurun görüşmelere başlamasının üstünden. Bugün her ikisi de terki dünya eylemiş Rauf Denktaş ile Glafkos Klerides'e mümkün olsa ve sorsak 'O Beyrut otelinde 1968'de görüştüğünüz konu ne idi? Üzerinde anlaşamadığınız mesele ne idi?' diye, cevap çoğu kişiyi şaşırtabilir. 'Kıbrıs Türk halkının siyasi eşitlik talebi ve ada yönetimindeki hakkına sahip çıkma kavgası.'
O yıllarda 'Kıbrıs meselesi 1974'de başladı' diyemezdi tabii kimse. Daha mesele en doğal, en temel halinde, Kıbrıs Rum tarafı 'tek egemen' olma iddiasında, Kıbrıs Türk tarafının da 'azınlık olmayı reddetme' derdinde idi. 2017'de durum ne kadar farklı? Temel meselede her hangi bir değişiklik var mı? Crans Montana görüşmeleri ve sürecin çökmesi iyi incelenmeli, üzerinde iyi düşünülmeli ve ne gibi yeni adımlar atılacağı ona göre karar verilmelidir.
1968'de mesele Kıbrıs Türklerine bazı otonom haklar verilerek çözülebilirdi belki. Zaten 1973'de varılan uzlaşı üç aşağı beş yukarı o değil miydi? Ne oldu? Makaryos 'Türk askeri adada kalıyorsa kabul etmem hiç bir şeyi' deyip reddetti Klerides'in Denktaş iler yaptığı uzlaşıyı. Acheson planlarını hatırlayanlar var mı? Türkiye'ye üs vererek adayı Yunanistan'a bağlama hikayesi? Bunlar eskide kaldı. Eskide kalması gereken bir diğer konu da 1975'den bu yana görüşmelerin üzerine kurulduğu 'iki bölgeli, iki toplumlu federal Kıbrıs' oluşturma talebi.
Şimdi, yıllardır Kıbrıs Rumları federasyon konuşuyorum diye nasıl üniter yönetimlerini Kıbrıs Türkünü de kapsayacak şekilde genişletebileceklerini, Kıbrıs Türkü de federasyon adı altında konfederasyonu görüşmekte değiller mi? Gerçi niyet önemli bu durumlarda. 1960 cumhuriyeti de üniter bir devlet ama fiili federasyon değil miydi? Rumların o meşhur 13-madde anayasa değişikliği teklifinin altında yatan ana sebep bu fiili-federasyonu, önce tam anlamıyla üniter ve Rum egemenliğinde bir devlet sonra da Yunanistan'a yama yapmak değil miydi?
BM Genel Sekreteri'nin 'iyi niyet' misyonu çerçevesinde yapılan onca yıllık görüşme sonrasında 2004'de hazırlanan ne Annan Planı ve şimdi de neredeyse anayasa yazma aşamasından dönen süreç Kıbrıs Türk tarafınca reddedilmedi. Tüm endişe ve tuzaklara rağmen Kıbrıs Türk halkı 'ortak gelecek' umuduyla, 'bu adada yarınını güvenle oluşturmak' umuduyla Annan planına evet dedi. Rum tarafı net bir şekilde ne yönetimi ne de ada toprağını Kıbrıs Türk tarafıyla paylaşmayacağını net bir şekilde ortaya koydu, referandumda 'Hayır' dedi. Açık mesaja rağmen yen süreç başladı ve bilhassa son iki yılda akıl almaz ödünler verilerek 'olsaydı mahvolurduk' diyebileceğimiz bir anlaşmaya doğru süreç getirildi. Çok şükür Rum uzlaşmazlığı bu hovardaca verilen ödünleri duvara toslattı, süreci çökertti.
Sorun elbette ki bitmedi, çözülmedi. Dolayısıyla 'görüşme olmayacak' demek, devekuşu siyaseti olur. Ancak, gelinen noktada BM özel temsilcisi odasını kapattı, veda resepsiyonunu verdi. 'Yakın zamanda girişim yok, karar verir ve gerçekten çözüm isterseniz BM'nin kapısını tekrar çalın' deyip gitti. Niye hala daha Cumhurbaşkanlığı'nda görüşmeci makamı var? Niye bu hovardalık? Bu elbette ki sorgulanmalı. Eğer cumhurbaşkanı yeni açılım yapma niyetinde ise, ki bunun sinyalleri geliyor, böyle bir girişimin Rum tarafı seçime giderken gelmesi beklenemez. Demek ki Rum tarafındaki Şubat başkanlık seçimi ve seçilecek liderin yönetimini oluşturmasına kadar neredeyse altı aylık bir zaman var.
Eğer, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın son günlerde yaptığı veciz uyarıları Rum halkı dinler ve adaylar arasından çözüm için acı adımlar atmaya niyetli bir lideri göreve getirirse belki yeni bir umut doğabilir. Ancak, büyük ve boş umutlar gerçekleşmediği zamanlarda 2004 Annan Planı sonrasında ve en son süreçte 'ille de federasyon' 'aman şimdi federasyon', 'yarın olmaz bugün federasyon' ya da 'Cypruspeacenow' şarkılarını söyleyen güruhta yaşanılan gibi büyük hayal kırıklıkları da yaratırlar.
1964'lerde Türkiye'ye üs karşılığı otonom yönetim altında Yunanistan'a bağlanma veya Rum'un azınlığı olma, daha sonra kantonal çözüm, 1975'den bu yana federasyon ve irili ufaklı birçok girişimin başarısızlığının sebebi, atık sayın Akıncı'nın da gördüğü belli olan ama Kıbrıs Türk solunun önemli bir bölümünün farkına varamadığı, Kıbrıs Rumlarının hiç bir şart altında adanın tümüyle kendileri ve Yunanistan kontrolü dışında yönetilmesine razı gelmeyecekleri gerçeğidir.
Uluslararası Kriz Grubu yıllar önce gördü bu gerçeği. Yıllardır ben ve birçok kişi her fırsatta izah etmeye çalışmaktadır. Federasyon Kıbrıs'ta çözüm imkanlarından sadece birisidir. Dahası, federal çözüm yaşatılması en zor çözümlerden birisidir. Eğer üniter çözüm olamıyor ise, o zaman ya konfederasyon ya da iki ayrı devlet formülleri düşünülmelidir.
Esasında, zaten yıllardır federasyon istiyoruz deyip yıllardır konfederasyon görüştüğümüze göre, Rumlar da federasyon deyip üniter devlet dayattığına göre, yeni bir durum tespiti yapıp, yeni bir hedef belirlemek herhalde en doğru yol olacaktır.
Akıncı haklıdır. Şaşmayın, düpedüz haklıdır. Saat gibi, o da arada bir haklı olabilir. Rumlar karar vermeli ve yeni süreç Rum tarafında kararlılık görülmesi halinde başlatılmalıdır. Yeni modalitenin ne olması gerektiği de açıktır. Öyle 'masada eşitlik' sonra birisi devlet, diğeri 'devlet kontrolü altında olmayan toprak' gibi abes bir statüyle görüşme olmaz. Çözüm 'iki eşit siyasi varlık' arasında, ikisinin siyasi eşitliği temelinde görüşülmelidir.
Ana pürüzler egemenlik paylaşımı ve güvenlik olduğuna göre ve birisi için – Türk askeri varlığı ve garantilerin devamı – varlığı şart olan diğeri açısından yokluğu şart ise, federasyon fikri de zaten ölmüşse, belki de bir diğer opsiyonu yoklama zamanı gelmiştir.
Şaşmayın, Akıncı bir kez daha haklıdır diyeceğim. Son açıklamalarında KKTC cumhurbaşkanı 'Avrupa çatısında iki devlet' demiş ve bizim sol cenahla birlikte 'ille de federasyon' diyen ne olduğu belirsizleri çıldırtmıştır. Avrupa çatısında iki devlet esasında adı konmamış konfederasyon sayılmaz mı?
Sınır siyaseti AB'de, dış politika AB'de, dış ticaret, kambiyo ve hatta kullanılan para AB yönetiminde, balıkçılıktan tarım üretimine, olmayan sanayiye ekonomi Brüksel kontrolünde olacaksa AB üyesi iki Kıbrıs'ta ve eğer ikisi arasında üç özgürlükler sorunu olmayacak ise bunun adına ister iki devletli çözüm, ister ayrılma ya da ne isterseniz deyin, aslında AB'de bütünleşme değil midir. Bu durumda Türk askeri de, garanti de Kıbrıs Türk meselesi olacaktır. Nüfusun kaçta kaçı 'yerli' kaçta kaçı 'Türkiyeli' olduğu sadece Kıbrıs Türk devletini ilgilendirecektir.
'Bu AB'de yok olmaktır' diyen zavallılar da, 'iki ayrı devlete, ayrılığa yeni paketleme' diyenlere de cevap vermeye gerek yok. Bırakın kendi takıntılarında boğuşsunlar. Hem Türkiye Kıbrıs Türk devleti üzerinden AB'de 9lur, hem Kıbrıs Türk devleti Türkiye'nin vilayeti olmaz, eşitler arası ilişki mümkün olur hem de Rum'a yama olunmaz.
Bu yaklaşım iyi çözümdür. Olur mu?
Eğer Rum 'AB üyeliği Kıbrıs Türküne yeterli güvence olmalı' dediyse ve samimiyse, şimdi de AB üyeliğini yeterli güvence saymalı, bu öneriye kucak açmalıdır. Nihayette, bu adımın fiyatını daha cömert toprak taviziyle ödeyecektir Kıbrıs Türkü, o da belli.