Lisan bilmek önemli, o lisanı dil kurallarıyla ve doğru aksanla konuşmak çok önemli. Lâkin 2. 3. lisanları dilimizi bilmeyenlerle, ticaret yahut seyahat gibi zorunlu durumlarda kullanmaktır evlâ olan. Kendi diline ‘seni beğenmiyorum’, ‘sen şurada şöyle dur’ ya da ‘istersen yok ol’ deyip, yerine başka dilden bir kelimeyi koymak... Ah işte bu çok acı!
Lisan bilmek önemli, o lisanı dil kurallarıyla ve doğru aksanla konuşmak çok önemli. Lâkin 2. 3. lisanları dilimizi bilmeyenlerle, ticaret yahut seyahat gibi zorunlu durumlarda kullanmaktır evlâ olan. Kendi diline ‘seni beğenmiyorum’, ‘sen şurada şöyle dur’ ya da ‘istersen yok ol’ deyip, yerine başka dilden bir kelimeyi koymak... Ah işte bu çok acı!
Zira Türkçe kelimeler, sayemizde yerini yabancı kelimelere bırakmış, biz ise halimizden hoşnut arkalarından el sallayıp; “Bye” , “Adios”, “Aloha” diyoruz. Çünkü çok havalı! Konuşma esnasında araya bir kaç yabancı kelime serpiştirerek “bakın bende yabancı lisan var” göstermeye çalışıyoruz. Oysa bu yaptığımız; ortaya gelen karışık salataya, sezar salata yiyorum demek gibi birşey.
20 yıl evvel bize, öz Türkçemize sahip çıkalım diye; “Bye Bye Türkçe” adlı kitabı yazan değerli bilim insanımız Oktay Sinanoğlu’nu, umuyorum ki herkes biliyordur. Elbette bilmeyenlerin zihninde bir merak ampulü yandı. Kimdir bu Oktay Sinanoğlu? Ben anlatırım anlatmasına da; ne akademik başarılarından, ne kitaplarından, ne de Türklük sevdasından, bana ayrılan bu köşeye sığdırabilmem mümkün olmasa gerek. En iyisi siz ufak bir araştırma yapın, ben ise kitaptan ve Türkçeyi korumak için bende uyandırdıklarından bahsedeyim.
Sanıyorum bu kitabı 17-18 yaşlarımda okumuştum. O yaşlarımda dahi; güzel Türkçeme farklı dillerden bile isteye hiç kelime dahil etmez ve yazarken de dilimi doğru kullanmaya ihtimam gösterirdim. Hatta aile içerisinde yabancı diller konuşulması, okuduğum okulun eğitim dilinin ingilizce olması bile beni başka dillere yönlendirmemişti. Türkçe konuşurken yine türkçenin zenginliğine sığınmıştım. “Bye bye Türkçe” adlı o bu eser beni öyle etkilemişti ki, artık çevremdeki tüm Türkçe konuşmaların içerisinden yabancı kelimeleri cımbızla seçer olmuştum. Cımbızladığım her yabancı kelime canımı acıtıyordu. Meğer ne de çokmuş, kitapta bahsedildiği üzere türkçe erozyonu çoktan başlamış, dilimiz elden gidiyormuş. Meğer git gide türkçesi dururken ingilizcesini, fransızcasını kullanır olduğumuz çoğu kelimeden bî habermişiz.
Örneğin ‘Holding’ kelimesini ele alalım. Evet kelime esasen Türkçe değil, ancak kullanımı o kadar yaygınlaşmış ki; Türkçe karşılığı ‘İşletme’ olmasına rağmen işletmeden daha çok kullanılıyor. ‘Meşgale’ yerine hobi, ‘Çevrimiçi’ yerine online, ‘Gösteri’ yerine show, ‘Tam gün’ yerine full time, ‘Mısır gevreği’ yerine corn flake, say say bitmez… Zamanla ya da hevesle dilimize yerleştirdiğimiz kelimelerin aksine, istemsiz yerleşen kelimeler de var elbette. Misâl; Kktc’de yaşadığım dönemde bir gün Girne’den yola çıkmış Lefkoşa’ya giderken, adresi bulamamış ve sokakta gördüğüm Kıbrıs Türklerinden bir teyzeden yardım istemiştim. Bana vakit ayırıp, sabırla yolu tarif ederken ‘Dönel kavşak’ yerine, “Roundabout” dediğinde bir acı düştü içime. Hemen hemen annem yaşlarında olan bu tatlı kadının dilinde eski Türkçe kelimeler duymayı beklerken, kulağıma gelen ingilizce sözcük beni bir kez daha derinden yaralamıştı. Çünkü dile yerleşmiş o kelimenin altında, zorlu bir dönemin hikayesi vardı…