Yeni (a)normal yaşamımız

Aylardır kafamız karışık, duygularımız altüst. Olanlar karşısında bu yaşananlardan daha doğal bir şey olamaz.

Aylardır kafamız karışık, duygularımız altüst. Olanlar karşısında bu yaşananlardan daha doğal bir şey olamaz. Yaşamlarımızdaki hedeflerimizi bir tarafa bırakıp şu an yaşananları sindirmeye çalışıyoruz. Üzerine dualar ettiğimiz herkes ve her şey, belki de olmaya yakındı; ol ( a ) madı. Belki de daha farklı açılardan bakıp yaşamın bize sunduklarını, öğretmeye çalıştıklarını görmemiz gerekiyor. Ne dersiniz?
PANİK ÜSTÜNE PANİK
Mart ayından beri yaşadıklarımızı yazmakla, söylemekle anlatamayız. Dünyayı adeta yöneten salgın yüzünden evlere girdiğimiz zamanlar korkuyorduk. Bir sonraki adımımızın bize ne getireceğini bilemiyorduk. Dokunsalar, ağlar; bizimle konuşmak isteseler kaçardık. Market alış verişlerimize eldivenli, maskeli giderdik. Şimdi de çok farklı değil hani. Bazılarımızsa, daha bir şeyleri ciddiye almadığı için rahat davranıyorlardı. Fakat genelde, bu hastalığın, her ne kadar da gazetelerde, televizyonlarda nasıl bulaşabileceğini anlatsalar da, nerden ve nasıl bulaştığını, her kişide aynı semptomları gösterip göstermediğini bilemiyorduk. Panik, o dönem çoktan başlamıştı zaten. Yavaş yavaş psikolojimiz bozuluyordu. Bundan daha çok korkuyorduk. Görünenlerle savaşabilirdik; fakat duygu durumumuzla nasıl baş edecektik? Tabii, panikle birlikte duygu durumumuz bozuluyordu da maddi durumumuz ne alemdeydi? Toplum içerisinde oluşmaya başlayan işsizlikle kafa kafaya verebilecek kadar cesaretli miydik?
YA O ÇOK ÖZEL ( ? ) YAŞAMIMIZ…
İnsanın sevdiği kişilerle birlikte vakit geçirmesi, dünyanın en keyifli anlarıdır. Bizler, sevdiklerimizle ya da öyle görünen sevilenlerle birlikte geçirdiğimiz her anı değerlendirebildik mi? Duyduğum, şahit olduğum kadarıyla söyleyebilirim ki insanlar, bu çok sıkı fıkı, zorunlu aynı yerde ve aynı ortamda fazla kalınan birliktelikten memnun değiller. Bugüne kadar vaktimizin çoğunu dışarıda, işte ya da alış verişte, kafelerde, arkadaş yanlarında geçirmişiz. Eşimizi, dostumuzu, sevgilimizi, çocuğumuzu aslında gerektiğinde görmüşüz. Yeri geldiğinde, işimiz ve işimize bağlı arkadaş toplantılarımızı uzatmışız da uzatmışız. Ve… Evde kalınca da tahammülümüzün azaldığını anlamışız. Hem de kime? En çok da zaman ayırmamız gerekenlere.
ŞİMDİ GELİNEN NOKTA
Felaketin ta kendisi. 1 Temmuz tarihiyle başlayan yurt dışına gidiş gelişler, bizi daha da çıkmazın eşiğine getirmiş oldu. Öğrenciler, okulların bir türlü açılamamasıyla birlikte isyanda. Onlar, ders yapmak, öğretmenleriyle iletişim içinde olmak ve özellikle de arkadaşlarıyla vakit geçirmek istiyorlar. Oysaki şu an, evde bilgisayarlarının başında normal olmaya, ekranda canlı ders işlemeye çalışıyorlar. Aslında çalışmak değil bu, ıstırap çekmek. Bir de evinde bilgisayarı ya da interneti olmayan öğrencileri düşünecek olursak; daha da vahim. Öğretmenler, endişeli, mesleklerinde hiç olmadıkları kadar korkak ve her gün yayımlanan yeni genelgelere uyum sağlamaya mecburlar. Aileler, tedirgin, özellikle çok çocuklu ve olanaksızlıklar içinde yaşamını sürdürmeye çalışanlar, ne yapacaklarını tam da kestiremedikleri için hep bir sonraki aşamayı sorgulayan insanlar haline gelmiş durumdalar. İşte, son nokta, bu. Sessizlik, gelecek kaygısı, sevgi yoksunluğu, gelir sıkıntısı, yaşamların sonlanması korkusu, fakirin daha fakir; zenginin daha zengin olduğu bir dünyanın var olmaya yüz tutması, yeni iş alanlarına atılmaya çalışan insanlar… Bu ortamın bana da taşıdığı olgunlukla spiritüel dünyayı düşünüp de “ Tüm bunları kabullenin, sakince oturup bu durumun geçmesini bekleyin.” diyemeyeceğim. “ Kendinizi koruyun, güzel günlerde harcamak için para biriktirin, ihtiyaçlarınızı en aza indirin, az sayıda kişiyle ve belli başlı hayati kurallar çerçevesinde görüşün. Kendinizi seviyorsanız; yapın bunları. Yeni ( a ) normal yaşamınıza alışın!”
Bu haber 2701 defa okunmuştur

:

:

:

: