Hafta sonunu fırsat bilerek bugün tarihe bir yolculuk yapalım. Bugün 27 Kasım… Tam 54 yıl önce bugün 27 Kasım 1967’de ABD Başkanı Johnson'un Kıbrıs Özel Temsilcisi Cyrus Vance, üçüncü kez Ankara'ya gelerek Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile görüştükten sonra Türkiye'nin yeni önerilerini götürdü. Yunan Cuntasından kesin cevabını vermesi istendi.
Peki o tarihte Kıbrıs’ta durum neydi?
Emekli diplomat İlter Türkmen anılarında o günleri şöyle anlatıyor:
1967 Kasım'ında şimdi Güney Kıbrıs'ta kalan iki Türk köyüne Grivas'ın komutasında Ada'ya gönderilmiş olan Yunan kuvvetlerince girişilen saldırı anında çok ciddi bir buhrana yol açmıştı.
Türk Hükümeti, Kıbrıs'a askeri müdahale kararını almış, fakat Dışişleri bürokrasisinin ısrarı ile diplomatik bir çözüme kapıyı bir ölçüde açık bırakmıştı.
Türkiye'nin istediği anlaşmalarla adada bulunan 950 kişilik Yunan kontenjanının dışındaki 10-12 bin kişilik Yunan kuvvetlerinin derhal geri çekilmesiydi. Yunanistan'a bu maksatla bir nota verilmişti.
Buhranın gittikçe tırmandığı bir sırada Amerikan Büyükelçisi bana telefon ederek Başkan Johnson'un krizin çözümüne yardımcı olmak üzere Cyrus Vance'ı atadığını ve Vance'ın ilk önce Ankara'ya geleceğini bildirdi.
‘‘Herhalde bizim iznimizi istiyorsunuz’’ dedim. Cevabı ilginçti:
‘‘Gayet tabii, ancak Vance'ın şu anda Türkiye'ye doğru uçtuğunu da bilmenizi isterim.’’
Bu haberi derhal Dışişleri Bakanı Çağlayangil'e ilettim. Pek beklemediğim bir tepki gösterdi.
‘‘Bakanlar Kurulu toplanmak üzere, orada görüşür kararımızı bildiririz’’ dedi.
Toplantının bitiminde beni çağırdı ve ‘‘Amerikan Büyükelçisi'ne söyle, Vance'ı istemiyoruz’’ talimatını verdi. Donup kalmıştım, her zamanki hoşgörüsüne sığınarak itiraz ettim.
ABD gibi bir devletin başkanının temsilcisini geri çeviremeyeceğimizi, fakat buraya gelince misyonuna ihtiyaç duymadığımızı kendisine söyleyebileceğimi belirttim. Çağlayangil bir türlü ikna olmuyordu.
Bakanlar Kurulu'nda ‘‘Vance bir canlı Johnson mektubudur’’ görüşü hákim olmuş ve büyük infial duyulmuş, yapacak bir şey yokmuş. Neyse, tam o sırada Başbakan Demirel odaya girdi ve ona tartışmamızın konusunu naklettik. Hemen Bakanlar Kurulu'nu tekrar toplayarak meseleyi halletti. Ne var ki 1967'de yine bugünkü gibi profesyonel ABD ve Batı karşıtları vardı. Bazı gazeteler ‘‘Cyrus’’ isminin ‘‘Cyprus’’tan geldiğini, Vance'ın Rum asıllı olduğunu hemen iddia ettiler. Oysa Vance'ten daha tipik ve safkan bir anglo-sakson bulmak gerçekten zordu.
Zavallı Vance, penceresiz bir tanker uçağında saatlerce kronik bel ağrılarının verdiği ıstırap içinde kıvranarak nihayet Mürted Havaalanı'na inebildi.
Vakit geçirmeden Ankara, Atina ve Lefkoşa arasında yoğun bir mekik diplomasisine girişti. Her yerde inanılmaz güçlüklerle karşılaşıyordu. Ankara'da o zaman Bakanlar Kurulu'nda Demirel'in kontrolde sıkıntı çektiği bir şahinlik havası esmekteydi.
Şahinler Yunan kuvvetlerinin çekilmesi için yetinilmesine razı değildiler. Bereket versin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay gerçekleri görüyordu. Bir gün beni yanına çağırarak ‘‘Oğlum, görüyorum savaşa gireceğiz diye endişe içindesin ve haklısın. Bu politikacılar savaş nedir bilmiyorlar. Merak etme savaşa müsaade etmeyeceğim’’ dedi.
Sunay'ın müdahalesi Vance'ın büyük bir azimle yürüttüğü çabaların sonuçlanmasını sağladı. Yunan kuvvetleri Kıbrıs'ı terk etti. Türkiye bir kurşun atmadan 1974'teki askeri harekatı da kolaylaştıracak diplomatik bir başarı elde etmişti.”