İnsanların yahut hayatın dayattığı her şey benim defterime yok hükmünde geçer. Çünkü dayatma bir çeşit şiddettir. Bu yüzden “böyle olmalı denilen” her şeyin üzerine bir çizgi çekmişimdir... Düşünsenize tamamen sizinle ilgili durumda, bir başkasının söz hakkını kendinde bulduğunu? Tutsak edilmek istediğimiz o yerden, o fikirden dışarı adımımızı atmazsak irademizi nasıl da kaybedeceğimizi düşünün...
Misâl, bana ‘zorunlu olduğu hissettirilen’ hiçbir şey için mecburiyet duymayıp, ısrarla ‘yapılması gerektiği söyleneni’ içime sığacak şekilde düzenleyerek hayata devam ediyorum. Çünkü evimizdeki duvarı hangi renge boyamayı tercih ettiğimiz kadar hürdür diğer tüm tercihlerimiz. Ve tıpkı ağlamak gibi özgürdür, etrafımızı kuşatmış kin dolu bakışlara karşı gülüşlerimiz...
Temiz elbiseleriyle evde oturması istenen çocukların aksine, zaten oturan çocuğunu harekete geçirip parka çıkarmak da bir tercihtir. Ve o parkta kirlenmeyi göze almak hepsi sıradan gibi gözüken cesaret örnekleridir. “Dünya kadar çamaşır çıktı, başına iş aldın” diyenlerin aksine; benim ekibin birer amazon gibi yerlerde yuvarlanmaları ve dilediğince özgür oynamaları gülüşlerine sebep oldukça, yüküm azalır. Tamam kabul, o an kızlar yerde kir pas içinde görünürler. Ama seçim hakkı tanınan her birey gibi bir noktada; kırılmaz cam, yıkılmaz bir dağ gibi sağlam ve dimdik durmayı tecrübe ederler…
Bazen Ahsen “İstemiyorsan mecbur değilsin” cümlesini yarım yamalak ama dimdik gözlerimizin içine bakarak söylerken; ona hak ettiğini verdiğimiz için bize hak ettiğimizi verdiğini hissederiz. Çünkü kendi iradesinin hakkımı savunan hiç kimse, bir başkasının üstünde mecburiyet hırkasını düşlemez…
Tüm bunları en başında kendimiz için yol seçerken, peşimizden gelen evlatlarımızı da bir basiretsizlik girdabından çoktan kurtarmış olduğumuzu anlarız. Çapımızla pek yer kaplamasak da, düşüncemizle dünyalara meydan okuyup, herkese ve her şeye karşı durabilecek kadar kendi olmayı seçerek, çoktan sürüden ayrılmışızdır...
Bize emanet edilen hayatları, özgür bıraktıkça, daha da da keşfedin dedikçe, onlar dönüp dolaşıp aslı oldukları yere, bize doğru koşacaklardır. Tam kavrayamadıkları küçücük kollarıyla kocaman bedenlerimize tutunduklarında, neredeyse ayaklarımızı yerden kesecek olan o sevinci hisseder gibiyim.
Hani şu filmlerdeki süper güçlü insanlar var ya onlar gerçekmiş, meğer onlardan biri senmişsin, biri şu çocuğunun çamurlu ellerine sevinen kadın, biri de ben. Bir sırayı terk ettik, bir inanışa karşı geldik ve fark ettik. Meğer biz yılmaz bir fikir, görünmez bir duvar kadar sağlammışız. Biz bize kanat olacak evlatları doğuranmışız. Meğer biz kendi dünyasını kurmak için ilk çiviyi çakan o ustaymışız. Kendi tercihlerimizle kendi dünyamızı inşaa edebileceğimizi; çıraklarımız gülüşleriyle kalbize iskeleyi kurunca anladık.
...
Şuradan malayı uzat kızım, daha çok işimiz var 🤎