Sokakta kimi görseniz, kime mikrofon uzatsanız ortak dert belli. Hayat pahalılığı vatandaş için dayanılmaz bir noktaya geldi.
Şikayetlerin çoğu, denetim eksikliği konusunda birleşiyor. Vatandaş, devletin fiyatları etkin bir şekilde denetleyemediğini kaydediyor.
Bu konuda okların yöneldiği yetkilileri sürekli denetim yapmamakla eleştiriliyor.
Ancak net olan bir gerçek de var.
Bakanlık veya Ticaret Dairesi’nin ürünlerin satış fiyatına müdahale etmelerine yasal mevzuat izin vermiyor.
Yani mevcut piyasa koşullarında bir iş yeri sahibine veya işletmecisine, “Bu ürünü neden bu fiyata satıyorsun?” diye bir soru sorma hakkı bulunmuyor.
Peki o halde denetlenen ne?
Bir malın son kullanma tarihi ya da raf ömrü mü? Onu alışverişi yapan vatandaş da kontrol ediyor. Ya da faturalara bakıp vergi kaçağı var mı yok mu? Bu mu denetleniyor?
Açık söyleyelim. Böyle bir denetim de vatandaşın sözünü ettiği denetim değildir. Vatandaş, bir malı 3’e alan bir marketin 30’a satmasının önüne geçilmesini istiyor.
Bunun talebin karşısında serbest piyasada fiyatların sağlıklı bir şekilde oluşacağını, böyle bir denetimin olamayacağını söyleyenler asla haklı olamaz.
Devlet en azından belirlediği temel tüketim maddelerinde kar oranını sınırlamalıdır. Bunun adı serbest piyasa ekonomisine müdahale değil, tüketiciyi korumaktır.
Elbette bunu yaparken üretimde girdi maliyetleri de aşağı çekilmelidir. Örneğin elektrik fiyatları tarım için yeniden düzenlenmelidir. Bu şekilde sulama suyu fiyatı da aşağı çekilmiş olacaktır.
Tabii ki üreticinin elinden çıkan ürünün markette kaça satıldığı da devletin sıkı denetimine tabi olmalıdır.
Oluşturulan Yaş Sebze ve Meyve Komitesi’nin henüz bu konuda tam manasıyla bir sonuç vermediği görülüyor.
Hayat pahalılığı bir toplumu çürüten çok tehlikeli bir hastalıktır. Bu pahalılık, toplumu zaman içinde ahlaken de çürütür, tüm değerlerini erozyona uğratır.
O yüzden ülkeyi yönetenlerin birinci meselesi seçim değil pahalılıkla mücadele olmalıdır. Çünkü vatandaşın derdi seçim değil geçimdir. Bizden söylemesi…