Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, Rum ve Yunan tarafının yayılmacı siyasetinin peşine düşerek AB’nin Türkiye’den gittikçe uzaklaştığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, Rum ve Yunan tarafının yayılmacı siyasetinin peşine düşerek AB’nin Türkiye’den gittikçe uzaklaştığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, 17-18 Nisan'da Brüksel’de gerçekleştirilen Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirvesi’nde Türkiye’ye ilişkin kabul edilen kararlardaki tutarsızlıkları şöyle analiz etti:
Brüksel'de 17-18 Nisan'da gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirvesi’nde Türkiye ve KKTC ile ilgili 2 karar çıktı. 9'uncu paragrafta Doğu Akdeniz'de istikrarlı ve güvenli bir ortamın sağlanması ve Türkiye ile işbirliğine dayalı ve karşılıklı yarar sağlayan bir ilişki geliştirilmesinin AB’nin stratejik menfaatine olduğu ifade edilirken işbirliği alanlarının ilerletilmesinde Türkiye'nin yapıcı çabalarının etkili olacağı iddia edildi.
Hem Türkiye hem de KKTC’yi ilgilendiren 10'uncu paragrafta ise AB-Türkiye işbirliğinin daha ileriye götürülmesinde Kıbrıs meselesinin çözümüne ilişkin görüşmelerin yeniden başlatılmasına vurgu yapılırken çözümün Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları ve AB'nin müktesebatı doğrultusunda olması gerektiği öne sürüldü. AB’nin bu sürecin desteklenmesinde sahip olduğu tüm imkanlarla aktif bir rol oynamaya hazır olduğu ifade edildi.
AB'NİN TÜRKİYE'YE KARŞI DAR BAKIŞLI VİZYONU
Burada, AB’nin yanıtlaması gereken temel soru, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka tamamen uygun bir şekilde deniz yetki alanlarını savunmasının ve bölgedeki ana istikrar unsuru olan jeopolitik etkisinin azaltılma girişimlerinin gerçekten de AB’nin stratejik çıkarlarına hizmet edip etmediğidir. Rum ve Yunan tarafının yayılmacı siyasetinin peşine düşerek Türkiye’den gittikçe uzaklaşan AB, küresel bir aktör olma hedefinden de aynı ölçüde uzaklaşıyor. Dünyanın önemli hidrokarbon yataklarının ve geçiş yollarının üzerinde bir enerji koridoru olmasının yanı sıra artan siyasi ve askeri gücü ile bölgenin en önemli aktörü olan Türkiye ile karşı karşıya gelmek AB için yapılabilecek en büyük stratejik hatalardan biridir.
AB NEDEN KIBRIS'I ÖNE ÇIKARIYOR?
AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde Kıbrıs’ı öne çıkarma çabaları da bu sorunlardan ayrı okunamaz. Adeta Rum-Yunan yazıcılar tarafından kağıda dökülen bu ifadeler AB'nin bugüne kadar aldığı en tartışmalı karar olan GKRY'nin hukuksuz ve çelişkilerle dolu üyeliğinin birliği nasıl “tutsak” ettiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Bunca yıldır Türkiye'ye karşı uygulanan çifte standarda ek olarak bu bildiride yer alan ifadeler AB’nin daha önce pek çok kez taahhüt ettiği Yunanistan’ın önce gerçekleşen üyeliğinin Türkiye’nin AB sürecini etkilemeyeceği sözlerinin de ne kadar boş olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Son olarak, Kıbrıs’ta resmi müzakerelerin yeniden başlaması 10'uncu paragrafta ifade edildiği şekilde eski, tüketilmiş ve günümüz şartlarına uygun olmayan model ve dayatmalarla mümkün değildir. Burada akla takılan soru şudur: Rum tarafının öne sürdüğü resmi görüşmeler Crans-Montana sürecindeki gibi kaldığı yerden devam edecekse BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, neden iki taraf arasında ortak zemin bulunup bulunmadığını tespit etmek üzere bir kişisel temsilci atamıştır?
Kişisel Temsilci Maria Angela Holguin’in 6 ayla sınırlı görev süresi 2 taraf arasında yeni ve resmi bir sürece geçilebilmesi için ortak zemin olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır. Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren Kıbrıs Türk tarafının rızasını çektiğini söylediği ve Nisan 2021 tarihinde Cenevre’de gerçekleştirilen 5+BM toplantısından itibaren de tüm uluslararası platformlarda defalarca deklare ettiği ve kayıtlara geçirdiği “ölmüş ve gömülmüş” zeminde görüşmelerin hayat bulması söz konusu değildir. Bir başka ifadeyle Rum liderliğinin iç siyasete yönelik hamasi söylemlerinin etkisiyle AB tarafından dile getirilen federasyon modeli 2 tarafın mutabık kaldığı bir çerçeve olma özelliği çoktan kaybetti. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın devamlı olarak açık bir şekilde ortaya koyduğu üzere yeni ve resmi bir süreç ancak ve ancak Kıbrıs Türk tarafının egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün tanınmasıyla başlayabilir. Bu şartlarda ne AB’nin ne Rum tarafının ne de herhangi başka bir aktörün Kıbrıs’taki taraflara bir çözüm şeklini empoze etme hakkı ve kabiliyeti yoktur.