Zamanın Sustuğu Yer

Bazı anlar vardır ki, saatler yürümez. Zaman, bir duvar saati gibi askıda kalır. Tik taklar çoktan unutulmuş bir şarkının nakaratına dönüşür. İşte tam orada, kalbinin en sessiz köşesinde başlar gerçek hikâye.

Bazı anlar vardır ki, saatler yürümez. Zaman, bir duvar saati gibi askıda kalır. Tik taklar çoktan unutulmuş bir şarkının nakaratına dönüşür. İşte tam orada, kalbinin en sessiz köşesinde başlar gerçek hikâye.

Gürültünün çekildiği, kelimelerin sustuğu, herkesin gitmiş gibi olduğu bir boşluk düşün. Orası zamanın sustuğu yerdir. Ve sen, orada sadece kendine kalırsın. Sesinle değil, sessizliğinle konuşursun.

Ne garip… İnsan, bazen en çok kendine anlatamaz. Dil çözülür, kelimeler sıraya girer ama kalp geri durur. Çünkü bazı duygular, cümle olamayacak kadar büyüktür. Nazlıdır. Yaralıdır. Zamanın bile eli değemez onlara.

Bir an gelir, içinden geçen her şeyi bir nar tanesi gibi yere dökmek istersin. Dağılsın, kırılsın, ama rahatlasın kalbin. Oysa en derin yaraları zaman değil, susarak taşırsın. Kırılmadan. Dökülmeden. Anlatmadan.

Zaman geçmez, sen geçersin. Sokağın köşesinden, eski bir fotoğrafın üzerinden, çocukluğunun kaldığı o sandalye kenarından… Zamanı sensiz bırakırsın, sessizce. Ve susmak, en çok o zaman anlam kazanır.

Çünkü bazı cümleler, sadece susarak kurulur.

Zamanı suçlamak kolaydır. “Geçmedi,” dersin. “Yetmedi.” Oysa zaman ne yapsın? O sadece yürür. Ne seni bekler, ne de önünden kaçar. Asıl mesele, zamanın içinden nasıl geçtiğindir. Susarak mı, konuşarak mı, yoksa yarım kalmış dualarla mı?

Bazen eski bir defterin arasından bir yaprak düşer. Kurumuş. Rengi solmuş. Ama hâlâ orada. Senin gibi. Hayatın içinde bir yerde duruyorsun. Görünmüyorsun belki, ama varsın. Unutulmuş bir sayfanın, en çok hatırlanan satırısın aslında.

İçinde biriken sessizlik bir gün kelimeye dönüşmek ister. Ama acele etmez. Çünkü bilir: Bazı hakikatler sadece sükûtta büyür. Bir çiçek gibi… Gecenin en karanlık saatinde, kimsenin görmediği bir vakitte, usulca açar. Kimse bilmez. Kimse duymaz. Ama olur. Gerçekleşir.

İşte bu yüzden, zamanın sustuğu yer kutsaldır. Çünkü orada ne yalan söylenir, ne de maskeler durur. Orada sadece sen varsındır. Ve belki de ilk defa o an gerçekten kendinsindir.

Kendini duymak, kalabalıkların en gürültülüsünden daha korkutucudur. Ama bir kere duyunca, artık susamazsın. Kalbinle konuşmayı öğrenmişsindir çünkü. Ve o dil, hiçbir zaman unutulmaz.

Sonra bir sabah, sessizliğin en derininden bir ışık sızar. Perdeler aralanmadan önce olur bu. Kalbin ürkek bir kuş gibi kanat çırpar. Ve anlarsın: Zaman geçmiş, sen kalmışsın. Ama eksik değil artık, tamamlanmış bir eksiklik gibi… Yaralı ama diri. Bulanık ama duru.

Hayat, sana konuşmayı değil, duymayı öğretmiştir. Ve en çok da kendini… Susarak büyüttüğün o sesi, artık taşıyacak bir yerin vardır içinde. Ne vakit dursa zaman, bilirsin ki bu defa kaçmak değil, kalmak içindir.

Çünkü bazı yolculuklar bitmez. Sadece içe doğru kıvrılır. Ve insan, en çok orada, kendi içinin kıyısında, susarak tamamlanır.

:

:

:

: