Kıbrıs meselesi yarım asrı aşkın süredir ada halklarının geleceğini belirleyen en önemli sorun olmaya devam ediyor.
Bugün geldiğimiz noktada Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın ortaya koyduğu gerçekçi duruş, aslında sorunun neden çözümsüz kaldığını en yalın haliyle gözler önüne seriyor.
Tatar’ın altını çizdiği üç temel şart var: doğrudan ticaret, doğrudan temas ve doğrudan uçuş.
Bu şartlar aslında Kıbrıs Türk halkının dünyaya açılması, ambargo zincirlerinden kurtulması ve uluslararası alanda hak ettiği saygıyı görmesi için en temel adımlar.
Ancak Rum tarafı, bu son derece insani ve adil talepleri reddediyor. İşte bu yüzden müzakereler başlamıyor, işte bu yüzden ilerleme sağlanamıyor.
Rum yönetimi yıllardır aynı tavrı sürdürüyor. Mal mülk konularında tek taraflı adımlar atıyor, Türk tarafının egemenliğini hiçe sayıyor. Daha açık bir ifadeyle, Kıbrıs Türk halkını hâlâ azınlık olarak görme anlayışından vazgeçmiyor.
Bu anlayış sürdüğü müddetçe de resmi müzakerelerin başlaması mümkün değil. Çünkü ortada iki eşit taraf yokmuş gibi davranan bir zihniyetle müzakere masasına oturmanın anlamı da yok.
Cumhurbaşkanı Tatar’ın da ifade ettiği gibi, Türk tarafı temastan, iş birliğinden kaçmıyor. Tam tersine, iki tarafın faydasına olabilecek her alanda iş birliği yapmaya hazır.
Ama Rum tarafı bırakın iş birliğini, en insani meselelerde bile kapıları kapatıyor. Limasol’da çıkan yangını hatırlayalım: Türk tarafı yardım teklif etti, ama Rum yönetimi sırf siyasi takıntıları uğruna bunu reddetti. Orman yangınında bile böylesine insani bir öneriyi geri çeviren bir zihniyetle, aynı devlet çatısı altında güvenle yaşamak mümkün mü?
Kıbrıs Türkünü bu adada yok sayan, haklarını gasp eden, bunu müzakere masasında pazarlık konusu eden bir zihniyet ile neyi tartışabiliriz?
Gerçekler bu kadar nettir. Kıbrıs Türk halkı artık kandırılmak, oyalamak ve yok sayılmak istemiyor.
Bizden söylemesi…