Aziz Nesin yıllar önce “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” ile Türkiye bürokrasisinin labirentlerinde kaybolan bir insanın trajikomik hikâyesini yazdığında belki de bugünleri öngörmüştü. O romanın kahramanı Yaşar’dı; bugün ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 20 yaşındaki Fatoş Horuz. Aradaki tek fark, Yaşar’ın bir edebiyat karakteri olması; Fatoş’un ise kanlı canlı bir genç kız olarak devletin soğuk duvarları arasında sıkışıp kalması.
Fatoş’un hikâyesi yalnızca bir bireyin talihsizliği değil, devletin temel işlevlerini yerine getirmekte ne denli aciz kalabileceğinin çarpıcı bir örneği. KKTC’de doğmuş, büyümüş, okuluna gitmiş, hayatını bu topraklarda kurmuş bir genç kadın…
Elinde yalnızca bir doğum kayıt belgesi var. Ve bu belgenin üzerinde acı bir gerçek yazıyor: “KKTC vatandaşı değildir.” Peki öyleyse hangi ülkenin vatandaşıdır? Hiçbirinin. Devlet için o “yok hükmünde”. Bu nedenle “kaçak”, bu nedenle “vatansız” ve bu nedenle bugün bir hücrede 7 gün daha tutuklu.
Bir devletin vatandaşı olmayan bireylere yönelik uluslararası hukukta açık hükümler, koruyucu düzenlemeler bulunur. Vatansızlık tespiti yapılır, ardından kişiye ikamet izni muafiyeti tanınır ve kimliklendirme süreçleri işletilir.
Avukatı da mahkemede tam olarak bunu söylüyor. Ama Fatoş’un dosyası, yıllardır aynı duvarda yankılanan bir çığlık gibi; kimse duymuyor, kimse işlemiyor, kimse sorumluluk almıyor.
Bu genç kadının dramı, annesinin yıllar önce ülkeyi terk etmek zorunda kalması ve geri dönememesi, babasının geç alınan vatandaşlığı ve soyadının geç işlenmesiyle daha da derinleşiyor. Başvurular kayboluyor, yanıtlar gelmiyor, işlemler yapılmıyor. Ve en sonunda devletin bulduğu çözüm şu: Tutuklayalım.
Çünkü başka bir ülkeye ihraç edilemiyor, burada da yasal statüsü yok. Bir bürokratik kördüğüm, bir insan hayatını paramparça ediyor.
Toplumun isyanı elbette haklı. Bertan Zaroğlu’nun sert çıkışı da bu haklı öfkenin yansıması. “Makam sahipleri ne işe yarar?” sorusu bugün Fatoş’un duvarlarında yankılanan en doğru sorudur. Devlet dediğimiz kurum, insanların yaşamını kolaylaştırmak, adaleti sağlamak, bireyi korumak için vardır. Eğer bir devlet kendi topraklarında doğan ve büyüyen bir genci tanıyamıyorsa, onun varlığını kabul etmiyorsa, hangi meşruiyetten söz edebilir?
Fatoş’un hikâyesi bir utanç sayfasıdır. Bu sayfa ancak cesur bir kararla, insan onuruna yakışır bir uygulamayla kapanır.
Devlet, Fatoş’u hapsetmekle değil, varlığını tanıyıp haklarını teslim etmekle görevini yerine getirebilir. Bizden söylemesi…