Simon Aykut’un cezasının kalanını İsrail’de çekme talebi, yalnızca bireysel bir insani başvuru değil; aynı zamanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin son yıllarda hukuk kisvesi altında yürüttüğü siyasi baskı politikasının da turnusol kâğıdıdır. 74 yaşını aşmış, kanser hastası bir iş insanının, tartışmalı ve açıkça siyasallaşmış bir dosya üzerinden Rum Merkezi Cezaevi’nde tutulmaya devam edilmesi, hukukun evrensel ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi Avrupa’nın savunduğunu iddia ettiği insan hakları değerleriyle de çelişmektedir.
Simon Aykut davası, KKTC’deki eski Rum malları meselesinin ceza hukukuna taşınarak uluslararası alanda bir baskı aracına dönüştürülmesinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Oysa bu konu, 1974 sonrası oluşan fiilî ve siyasî gerçeklikler çerçevesinde, mülkiyet-komisyon mekanizmaları ve siyasi müzakereler yoluyla ele alınması gereken son derece karmaşık bir ihtilaftır. Buna rağmen Rum yargısı, Aykut’u “gasp” gibi ağır bir suçlamayla mahkûm ederek açık bir mesaj vermektedir: KKTC’de yatırım yapan, ticari faaliyette bulunan herkes potansiyel bir cezai hedef hâline getirilebilir.
Tam da bu noktada, Fransız yargısının Behdad Jafari dosyasında verdiği karar, GKRY’nin bu stratejisini boşa düşüren son derece önemli bir emsal teşkil etmiştir. KKTC’deki eski Rum mallarını suiistimal ettiği iddiasıyla Fransa’da tutuklanan Jafari’nin iade edilmemesi ve serbest bırakılması, Rum basınında “endişe verici” olarak nitelendirilmiştir. Bu endişenin nedeni açıktır: Çünkü Fransız mahkemesi, Apostolidi davası gibi önceki içtihatlara rağmen, meseleyi salt Rum anlatısı üzerinden okumayı reddetmiş ve dosyanın siyasi boyutunu görmüştür. Dahası, Fransa Başsavcılığı’nın GKRY’nin taleplerini yeterince ileri taşımaması, Avrupa’da bu tür davalara yönelik sabrın tükenmekte olduğunun da işaretidir.
Simon Aykut’un İsrail’e iadesi talebi de tam olarak bu çerçevede değerlendirilmelidir. İsrail vatandaşı olan, ciddi sağlık sorunları bulunan bir mahkûmun, cezasının geri kalanını kendi ülkesinde çekmek istemesi hem insani hem de hukuki açıdan son derece makuldür. Uluslararası hukukta mahkûmların kendi ülkelerine transferi, özellikle yaşlılık ve sağlık gibi gerekçeler söz konusu olduğunda yaygın bir uygulamadır. Burada Rum Adalet Bakanı Konstandinos Fitiris’in vereceği karar, GKRY’nin gerçekten hukuka mı yoksa siyasi intikama mı bağlı kaldığını gösterecektir.
Eğer Rum Yönetimi hukukun üstünlüğüne inanıyorsa, Aykut’un İsrail’e gönderilmesine engel olmamalıdır. Aksi hâlde bu dava, tarihe kanser hastası yaşlı bir adam üzerinden yürütülen bir siyasi cezalandırma örneği olarak geçecektir. Fransız yargısının Jafari kararında sergilediği cesaret ve bağımsızlık, Güney Kıbrıs için de bir ders olmalıdır. Çünkü adalet, intikamla değil; vicdanla ve evrensel hukuk ilkeleriyle ayakta kalır. Bizden söylemesi…