Yine bu hafta geçtiğimiz iki hafta başında yaptığım gibi Dr. Turgül Tomgüsehan tarafından kaleme alınan Sırlar Adası Romanı ile ilgili birkaç cümle daha yazacağım. Konuya girmeden önce gazetemizde yayınladığım makalelerim için olumlu geri dönüş yapan tüm okurlarıma teşekkür ederim. Okunmak, beğeni almak bir değeri görünür kılmak çok güzel bir paylaşımdır. Gazeteci olarak bizlere düşen görevlerden birisi de okurlarımın da dediği gibi kamuoyunu toplum menfaatlerini gözeterek yönlendirebilmek olmalıdır. Sırlar Adası ile ilgili aldığım onlarca mesaj arasından en dikkatimi çeken de bu bakış açısı ile ilgili aldığım mesajlardı. Ne mutlu bana ki “Sırlar Adasını” anlatarak uzak ve yakın tarihimizi içerisinde barındıran farklı ve önemli bir roman hakkında kitlelere ulaşabildim. Daha önce ki makalelerimde de söz etmiş olduğum gib“Sırlar Adası” bir roman. Ancak yazar kitabın hazırlanmasında çok büyük araştırma ve emek harcamış. Kitabın ana kurgusunu oluşturan Barnabas İncilinin Kıbrıs’tan Türkiye’ye uzanan macerasının içerisine Kıbrıs’ın tüm tarihi süreçleri serpiştirilmiş. Bu özelliği ile aslında kitap bir noktada belgesel özelliği de taşıyor. Osmanlının adayı fethi, Lüzinyan dönemi, Venedik Cumhuriyeti, İngiliz idaresi, toplumlar arası yaşanan mücadeleler hatta bizi KKTC’nin ilanına sürükleyen nedenler tarihsel bir bütünlük içerisinde aktarılmış. Yazar bu aktarımları yaparken çok ince detaylar ile kitabın ana konusunu dağıtmadan sizi tarihin derinliklerinden alarak günümüze kadar getiriyor. Kitabı okurken gerek yazarın kullandığı gerçek tarihsel kişilerin yarattığı etki; gerekse yazar tarafından üretilen karakterlerin gerçek kişilere yakın uyarlamaları kitaptaki kurgu ile gerçeklik arasında ki ince çizgiyi kaybetmenize neden olabilecek tarzda. Yazar bu hissi pekiştirmek için daha önce örneğini hiç okumadığım bir başka tekniğe daha başvurmuş. Romanın satır aralarına kendi aile fertlerinin Kıbrıs adasında yaşamış olduğu anılardan ve onların hatıralardan faydalanmış. Kitabın daha ilk bölümlerinde anlatılan ve yazarın babaannesinin babaannesi olan “Fetine Kadının” hikayesi, Kayınpederi Alirıza Görgün’nün Büyük dedesi “Bello Alirıza’ya” atfen yazılmış bölüm çok dikkat çekici bir üslupta kaleme alınmış. Yazar ayrıca babaannesi Ayşe Hasin, dedesi İbrahim Tomgüsehan, anneannesi Fatma Elmas, annesi Gülşen Tomgüsehan, babası Turhan Tomgüsehan’nı da Kıbrıs’ın Sırlarla dolu geçmişinin içerinde yer aldıkları değere uygun olarak romanına iliştirmiş. Anne ve babası ile ilgili yazdığı bölümler 1974’te yaşadıkları ile ilgili ve inanın bu satırları okurken hem çok temiz bir aşk hikâyesine tanık oluyorsunuz hem de ister istemez gözleriniz yaşarıyor. Evet; bu makalemde ana konu yazarın kitabına serpiştirdiği kendi aile fertleri ile ilgili, hepsi çok ilgi çekici ve çok büyük yaşanmışlıkları barındırıyor. Ama ben özellikle bir karakter hakkında sizi birkaç cümle ile bilgilendirmek istiyorum. Yazarın babaannesi Ayşe Hasin. Yazarın kitapta aktardıkları dikkatli okunduğunda Ayşe Hasin, yine kitapta bahsedilen Fetine Kadının torunu. Yazarın aktardıklarından anladığımız kadarı ile Fetine Kadın Osmanlı dönemin son yıllarında Fethiye’den Kıbrıs’ın Solya köyüne yerleşmiş “Yörük” bir aileye mensup. Fetine kadının en küçük oğlunun ismi ise Hasin’miş. Yani yazarın babaannesin babası. Kitabı ilk okuduğumda bu aktarım hoşuma gitse de ikinci kez gözden geçirdiğimde ince bir detayın bu satır aralarında gizlendiğini fark ettim. Fetine Kadının ailesi 1870’li yıllarda Kıbrıs’a gelip yerleşmiş. Yani Kıbrıs’ın fethinden 300’yıl sonra ve bu bence çok önemli bir detay. Kıbrıs’ın fethinden sonra Anadolu’dan Kıbrıs’a göç hep devam etmiş. Aradan 300 yıl dahi geçse Anadolu nüfus akışı ile Kıbrıs’ı beslemeyi durdurmamış. Sanırım daha sonra ki yıllarda beslemeye devam etmiş ve etmeye de devam ediyor. Özetle yazar şunu demiş bu KKTC topraklarında dili Türkçe olan herkesin hangi yılda geldiğine bakılmaksızın kökü ayni. Yazarın bu küçük hikâyesinden çıkaracağımız çok derin dersler olduğuna inandığımı belirterek devam edeyim. Ayşe Hasin ile ilgili olarak kitapta yaşadıkları ilişkili birçok detay var. İlk eşi ile 1940 yılların başında daha 13 yaşında iken evlendirilmiş. O dönem ki toplumsal bir gerçekliğimiz olarak yakın tarihimiz ile ilgili çok ilgi çekici bir detay. Çocuk gelin konusu bizde de varmış. Neyse ki Kıbrıs Türkleri olarak bu sorunu büyük oranda aşabilmişiz. İlk eşi İngiliz askeri olarak ikinci dünya savaşına gönderilmiş. Başka bir gerçekliğimiz olarak bu detay da önemli. Türkiye’de ki soydaşlarımız ikinci dünya savaşına filen katılmasa da biz katılmışız. Avrupa tarihinin aktif bir tarafı olmuşuz. Ayşe Hasin’nin kardeşleri o yıllarda Avustralya’ya göçmüş. Bu da başka bir gerçekliğimiz, Kıbrıs’ta bitmek bilmeyen göç bu şekilde kitapta bize aktarılmış. Kısaca o yılların yokluğu, sefaleti, geçim derdi Türklerin sahipsizliğini Ayşe Hasin’nin hikayesi üzerinden okumak hepimize unutmak istediğimiz gerçekliği hatırlatır tarzda yazılmış. Ayşe Hasin’nin karakteri hakkında da bilgi vermiş yazar. Gözü pek, cesur, ve birazda mızır bir kişiymiş Ayşe Hasin. İlk eşinin İngiliz askeri olarak yanından ayrılması ile ilk çocuğu Pembe Hanoğlu ile zor dönemler geçirmiş. Adaya yerleştirilen İngiliz ordusuna bağlı Hint asıllı bir askerin tacizine uğramış. Bu ise başka bir gerçeklik olarak kitapta bize hatırlatılan bir detay. Adada ki yabancı askerler. Ayşe Hasin nefsini ve namusunu savunmuş, Hint asıllı İngiliz askerini babadan kalma çifte ile vurmuş. İdamla yargılanmış. Nasıl beraat ettiğini “Sırlar Adasının” sayfaları içerisinde eminim ki merakla okuyacaksınız. Ancak bu olay Ayşe Hasin’nin yazarın dedesi İbrahim Tomgüsehan ile evlenmesine vesile olmuş. Yazarın kitabında bu konu ile ilgili kullandığı başlık aynen şöyle “Bir Garip Aşk”. Ayşe Hasin’nin yaşanmışlıkları ile ilgili aktarılanlar bunlarla da sınırlı değil. İkinci eşinden ayrılması, zenginlerin evine temizliğe gitmesi, dört çocuğa bakmak için çobanlık yapmasından söz edilmiş. Zor ve çile dolu bir hayatın tüm sıkıntılarını yaşamış. 1957 de ise Ayşe Hasin meşhur EOKA’cı Markos Drakos’un yakalanmasına vesile olmuş. Bu olayın ardından hayatı bir nebze değişmiş. İngiliz hükümetinden madalya almış, ayrıca 1958 yılının Ocak ayında İngiliz polisi olarak atanmış ve daha neler neler. Ayşe Hasin ile ilgili yazacak daha çok şey var ama daha fazla bilgi aktarırsam yazara haksızlık olur. Özetle şunu diyebilirim; Yazar Babaannesi üzerinden Kıbrıs Türk toplumunun bir döneminde yaşadıklarını aktarmış ve çok güzel bir şekilde kendi gerçekliğimizi bize tekrardan hatırlatmış kendisine bir kez daha eline sağlık diyorum. Kıbrıs Türk toplumuna içerisinde bir çok boyut bulunduran bu eseri kazandırdığınız için sizi kutlarım. Son olarak ise bu satırları yazarken yazarın Facebook sayfasında gördüğüm yazarın amcasının kızı Ayşem Tomgüsehan’nın 25 Haziran 2019 tarihli paylaşımını sizlere aktarmak istiyorum. Aynen şöyle yazmış Ayşem Tomgüsehan “Bugün aramızdan ayrılışının 6. Yılı.. Bizler senin yaşadıklarını dinleyerek büyüdük. Bize hep “yaşadıklarımı yazsalar roman olur” derdin. İşte oldu babaannem, artık ölümsüzsün… Kıbrıs’ın müthiş tarihi araştırmasının içinde sen de artık tarih sayfalarındasın….” Ben de buradan Ayşe Hasin’i rahmetle anıyorum.