Herkes mutlu olursa ben de utanıp çekinmeden istediğim kadar mutlu olabilirim diye düşünürdüm. Yanımda durgun oturan birinin karşısında ağız dolusu gülmek, sıkıntısı olduğunu varsaydığım o kişiye karşı kanımca inadına gülmek gibi dururdu. Aklımdan geçenler birinin duygularına nezaketle yaklaşmak için olsa da ortada nazik olunması gereken bir durum dahi olmayabilirdi. Çünkü ne olduğunu bilmediğim ama her zaman hepimizin yaptığı gibi bir varsayımdı bu.
…
Ağlayan birine mendil uzatmanın boş nasihatlerden daha evla olduğu günler yaşadım. Derken bir başkaldırışla, alıştığım önyargılarımsan soyundum. Başka birinin halini çözebilmenin pek de insan işi olmadığını kavradım. Keyifsiz sandığım bir kişinin aslında gayet de keyifli olabileceği ihtimalini ne çok defa göz ardı etmiş, keza keyfi gıcır dediklerimin içlerindeki acıyı sezememiştim. Çünkü surette görünen, herkes gibi benim için de aslolandı. Oysa gerçek derinlerdeydi. Ve ne çok bildim sanıp, ne çok yanılıyordu insan.
…
Daha dün incitildiğimizi hissettiğimiz bir durumu bugün biz bir başkasına yaşatıyorsak hangi durum değerlendirmesinde bilirkişiyim diyebiliriz? Demek ki anlamak öyle bir iki ihtimal üstüne eğilip, en kötüsünde karar kılmak değilmiş. Anlamak, olanı olduğu gibi kabul etmek, gerçek yaşayanda gizlidir kabul etmekmiş.
…
Artık biri bana “Ben adamı gözünden anlarım…” dediğinde, onca sene göğsümü gere gere taşıdığım “ben anlarım” sloganlı pankartı bir başkasının elinde görür gibi olup gülümsüyorum. Zira sarraflık sandığımız eğil olmaktan uzak bir yanılsama. Ne büyük cahillik; bilmek sanırısı… Artık birine bakıp tam anladım sanınca, “SANMA Kİ ANLAYASIN ŞEYDA” diyorum usulca…