Her ne kadar biz seksenler kuşağı olarak kocaman bir aile içinde, hatta mahallece büyütülmüş olsak da, 3 yıldır babası hariç kimselere emanet etmediğim küçük kızım Ahsen kreşe başladı. Kreşin ilk gününde koşa oynaya girdi sınıfına. Çıkışta biraz mızmızlandı ve sonra seni aradım ama bulamadım anne, dedi. Tabii bu cümle analık duygularımı incitmedi değil. Sarıldık, öpüştük, koklaştık
Ve bu sabah, her sabah olduğu gibi erken uyandı Ahsen. Fakat yataktan çıkmak istemedi. Yaklaşık 27 kez çıkardığı tokasını 28. kez saçına takarken, aynada Freddy’nin kâbusu gibi beliren siluetimi fark ettim. Elime geçen allığı yüzümün dörtte üçüne, ucu kırık göz kalemini ise en hızlı şekilde -gözümü çıkarmak pahasına- uykusuzluktan kızarmış gözlerime sürdüm. Kadın dediğin her koşulda bakımlı olmalıydı ya!
Arabaya binerken biraz ağlamaklı benden ayrılmak istemediğini anlattı. Ona neden kreşe gitmesi gerektiğini izah ederken, üşümeyeyim diye siyah eteğimin altına giydiğim taytın beyaz olduğunu fark ettim. (yüzüne vuran kadın) Eteğimin altından sırıtan taytım, yana kaymış başörtüm ve koala gibi göğsüme yapışmış kızımla nihayet okulun kapısındaydık. Bir oh çekmeyi hak etmiştim. Benim koala kucaktan inmeyince kendisinin başöğretmen olduğunu düşündüğüm kişinin, yukarı çıkamazsınız uyarısına, sanki biraz sonra devrim yapacakmışçasına vurdumduymaz ve başkaldıran bir tavırla aldırmamış, sınıfa çıkmıştım.
Tamam, moral bozma, sınıfa vardın başardın sayılır, ha gayret Şeyda... Meğer başaramamıştım. Ahsen o kucaktan 1 saat inmedi. Henüz öğretmeni görünürde yoktu. Fakat az evvel beni ikaz eden başöğretmen tekrar yanımda belirdi. Ve bana, önce siz dirayetli olmalısınız dediğinde ‘ama o bana sarılıyor öğretmenim’ dememek için zor tuttum kendimi. Biraz toparlanıp, az evvel benden kopamadığını düşündüğüm çocuğumu yere bırakırken, aslında benim de pek ayrılmak istemediğimi fark etmem 3 saniye sürdü. Bağrıma taş basıp -arkamdan ağlaması muhtemel evladımı- arkadaşlarına baktığı biranda bıraktım orada. Behlül kaçtı, perde kapandı.
Bu zorlu bir saatin ardından, büyük kızım Sâre’nin okula geç kalabileceği endişesi düştü aklıma. Eşimi ararken, bendeki endişenin yüzde birini bile hissedemediğim bir ses tonuyla; yoldayız şu an okula gidiyoruz cevabı sıfırladı error veren analık sistemimi. Alelacele sürmekten mi yoksa gözümden akan o bir damla yaştan mı bilinmez göz kalemim tüm yüzüme bulaşmıştı. Akan sürmemi elimin tersiyle silerken çoktan sakinleşmiştim. Bu tür duygu geçişleri konusunda, yetişmem gereken işlerin çokluğu sebebiyle tecrübe sahibi olmuştum.
Evet, kızımın annesi olduğu kadar bir babası da vardı. Hatta bir kat aşağıda dedesi ve babaannesi yedekte bekleyen oyuncular misali hazırdalardı... Ben Ahsen’le ilgilenirken babası gayet tabii Sâre’nin beslenmesini hazırlayabilir, giydirebilir ve vakitlice okula gidebilirlerdi… Kendimi tüm bunları hatırlatırken, en az her annenin yaşadığı kadar, anneliğimle benden beklenenlerin birbiriyle taban tabana zıt olduğu bir döneme girmiş bulunduğumu hissetmiştim. Benden beklenenler ve benim yapabildiklerim, ne de farklıydı! Her koşulda süper bir güç, süper bir güzellik, süper bir başarı geliştirebileceğimi iddia eden sistemin aslında bir kurgu olduğunu fark etmiştim.
Ki zaten ben asla mükemmel olmak zorunda bırakılmaması gereken, vazife olarak en güç olanı üstlenenmişim, ‘anne’ymişim…