Uzun bir süredir Dünyamızda süregelen savaşların, hastalıkların, kıtlıkların, maddesel ve ruhsal çöküntülerin ardından tek aklıma gelen dostluk kavramıdır. Neden mi? Çünkü, böyle zamanlarda yanımızda olan sadece ve sadece dostlarımızdır. Sizler de bu dönemde zaten yaşamınızda hep var olan ve de yanınızda bulunan dostlarınızı hatırlayın, onlara sıkı sıkıya hiç bırakmamacasına sarılın.
Montaigne Ne Diyor?
16. yüzyıl Fransız deneme yazarı olan Michel de Montaigne’in Dünyaca ünlü “Denemeler” eserinden “Dostluk Üzerine” adlı metni sizlerle paylaşmak, dostluk konusunda sizleri ciddi ciddi bir daha düşündürmek istiyorum.
Dostluk Üzerine
Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir rastlantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler, yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukta ruhlar, o kadar derinden uyuşmuş, karışmış kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip süpürmüş ve artık bulamaz olmuşlardır. Onu (Etienne de la Boetie: Montaigne'in en iyi dostu. İyi yürekliliği ve bazı şiirleriyle tanınmıştır.) niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle anlatabilirim sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim.
Ruhlarımız o kadar sıkı bir birliktelikle yürüdü, birbirini o kadar coşkun bir sevgiyle seyretti ve en gizli yanlarına kadar birbirine öyle açıldılar ki ben onun ruhunu benimki kadar tanımakla kalmıyor, kendimden çok ona güvenecek hale geliyordum. Öteki sıradan dostlukları buna benzetmeye kalkışmayın: Onları, hem de en iyilerini, ben de herkes kadar bilirim. O dostluklarda insanın eli dizginde yürümesi gerekir. Aradaki bağ, güvensizliğe hiç yer vermeyecek kadar düğümlenmiş değildir. Chilon (Eski Yunanistan'ın ünlü bilgelerinden biri.) dermiş ki: “Onu (dostunuzu), bir gün kendisinden nefret edecekmiş gibi sevin; ondan, bir gün kendisini sevecekmiş gibi nefret edin.” Benim anlattığım yüksek ve yalın dostluk için hiç yerinde olmayan bu davranış, öteki dostluklara uyabilir. Bunlar için, Aristoteles'in sık sık tekrarladığı şu sözü de kullanabiliriz: “Ey dostlarım, dünyada dost yoktur.” Onsuz yorgun ve bezgin sürüklenip gidiyorum. Tattığım zevkler bile, beni avutacak yerde ölümünün acısını daha fazla artırıyor. Biz, her şeyde birbirimizin yarısıydık. Şimdi ben, onun payını çalar gibi oluyorum: Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden yoksun kalınca hiçbir zevki tatmamaya karar verdim. Her işte onun yarısı, ikinci yarısı olmaya o kadar alışmıştım ki şimdi artık yarım bir varlık gibiyim. Mademki, zamansız bir ölüm seni, ruhumun yarısı olan seni, alıp götürdü; yeryüzünde varlığımın yarısından, en aziz parçasından yoksun yaşamakta ne anlam var? O gün ikimiz birden öldük. Ne yapsam, ne düşünsem onun eksikliğini duyuyorum. O da benim için elbette aynı şeyi duyardı. Çünkü o, diğer bütün değerlerinde olduğu gibi dostluk duygusunda da benden kat kat üstündü.
Birisi Olmalı
Bazen de “Seninle konuşmak iyi geldi.” diyebileceğin birisi olmalı. İnsanoğlu, her yerde, her şartta yaşar diyoruz. Fakat, bilmeliyiz ki tek başına olup derdini kimseye anlatamayarak ya da mutluluğunu paylaşamayarak yaşayamaz. Fiziksel olarak yaşamını sürdürse bile; hep bir tarafı eksik kalır, yetim kalır.