Bizler, bugüne kadar kimlere usta olduk ya da kimlerin çırağı olduk? Şu an bildiğimiz ne varsa, kimlerin bilgisinin yansıması? Öğretmen olmayı mı; yoksa öğrenci olmayı mı seçtik? Daha da önemlisi, dünyadaki şu anki konumumuzda hem öğrenci hem de öğretmen olduğumuzu hissedebildik mi?
Yıllardır öğretmenlik yapıyorum. Öğrencilerime her anlamda yol göstermeye çalışıyorum. Tüm sevgimle onlara bir şeyler öğretirken, onları eğitirken; aslında yıllardır onlar tarafından da kendimin eğitildiğimi hissediyorum. İnsan, kaç yaşında olursa olsun her an bir şeyler öğrenir. Herhangi bir konuda eğitilir. Bilmeliyiz ki sadece öğretmen, öğretmez. Yaşamda her kim ya da neyle karşılaşıyorsak; o bizim öğretmenimizdir. İhtiyacımız olandır. İhtiyacımızın ne azı ne de fazlası öğretilir bize. Lübnan asıllı Amerikan ressam, şair ve filozof Halil Cibran, “Ermiş” adlı kitabında öğretmenle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Tapınağın gölgesinde, müritleri arasında yürüyen öğretmen, bilgeliğinden değil; inancından ve şefkatinden verir. Gerçekten bilgeyse, sizi kendi bilgelik evine girmeye çağırmaz, kendi aklınızın eşiğine götürür.” Cibran’a kesinlikle katılıyorum. Çünkü, öğreniyor olduğumuz her bilgi ihtiyacımız olup da karşımıza çıkandır. Bu bilgiyi kimin verdiği de hiç önemli değildir.
Öğretmeye ve Öğrenmeye Dair
Büyük Sufi ustalardan biri olan Junnaid’e ölüm döşeğindeyken bir soru sorulur. Baş öğrencisi yanına yaklaşır ve şöyle der büyük ustaya: “Ustam bizden ayrılıyorsun. Her zaman zihnimizi kurcalayan bir soru vardı. Ama, hiçbir zaman soru soracak cesareti bulamadık. Senin ustan kimdi? Öğrencilerin bunu çok merak ediyor. Çünkü, hiçbir zaman ustan hakkında konuştuğunu duymadık.” Junnaid, ölüm döşeğinde bu soruyu duyunca gözlerini açar ve yanıtlamaya başlar: “Bu soruya yanıt vermem çok zor olacak. Çünkü ben, hemen herkesten bir şeyler öğrendim. Tüm varoluş, benim ustam oldu. Hayatımda olan her olaydan bir şey öğrendim. Ve var olan her şeye müteşekkirim. Çünkü, tüm o olaylar sayesinde erdim.”
“Ustalarımdan Biri Bir Köpekti”
Junnaid konuşmaya şöyle devam etti: “Sırf merakınızı gidermek için size üç olaydan söz edeceğim. Birincisi şöyleydi: Çok susamıştım ve sahip olduğum tek şey elimdeki kaseydi. Kaseyle nehre doğru yürüyordum. Nehre ulaştığımda bir köpek geldi, nehre atladı ve su içmeye başladı. Bir an onu izledim ve kasemi yere fırlattım. Çünkü, kasemin artık gereksiz olduğunu fark ettim. Bir köpek, onsuz da su içebiliyordu. Ben de nehre atladım ve dilediğimce suyu içmeye başladım. Tüm bedenim, serinlemişti; çünkü nehre atlamıştım. Birkaç dakika nehrin kenarında oturdum ve köpeğe teşekkür ettim. Derin bir hürmetle ayaklarına dokundum. Çünkü o, bana bir ders vermişti. Her şeyden, sahip olduğum her şeyden, vazgeçmiştim çoktan. Ama, kaseme bir bağlılığım vardı. O, çok güzel bir kaseydi. Üzerinde oymalar vardı. Her zaman birinin onu çalmak isteyebileceğinin farkındaydım. Geceleri bile kimse almasın diye yastığımın altında saklardım. Benim bağımlılığım buydu. Köpek yardım etti. Her şey netti gözümde. Bir köpek bir kase olmadan yapabiliyordu. Ben, bir insan olarak niye yapamayayım dedim. O köpek, benim ustalarımdan biriydi.”
“İkinci Ustam Bir Hırsızdı Üçüncü Ustam Bir Çocuktu”
“Büyük filozoflarla tanıştım. Ama, hiçbiri böyle güzel bir şey söylemedi. Dahası bir çocuk, cehaletimin farkına varmamı sağladı. Ben, çocukla şakalaşmak istemiştim; ama şakayı yapan o oldu. O çocuğu minnetle hatırlıyorum.”
Kaynaklar:
Cibran, Halil, Ermiş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014.
https://tr.m.wikipedia.org