Kuşkularımız gerçekse ne yaparız? Nasıl bir yol izleriz? Kuşku duyduğumuz kimseyi düşündüğümüz gibi bulursak, görürsek; o an neler yapabiliriz? Kuşkulandığımız olayı ne kadar da çok zihnimizde canlandırmışız ve bu olaydan o derece etkilenmişiz? Şimdi de kendimize sormaktan çekindiğimiz bu soruları, kendimize soralım. ‘Ben, ne kadar kuşkucuyum? Zihnimde dönüp dolaşan bu kuşkular, beni ne kadar etkiliyor? Bu kuşkucu halimle daha ne kadar devam edebilirim? Herkesten, her şeyden kuşkulanmam, yaşam kalitemi azaltıyor mu? Toplum içerisinde bu şekilde olmam, insanların gözünde beni hangi pozisyona getiriyor? Benim kuşkucu olmam, iletişimde olduğum insanların bana karşı olan güvenlerini sarsmıyor mu? Tüm bunların gerçeklik payı nedir? Kuşkucu olmaktan en rahat ve kolay nasıl kurtulabilirim?’
Kuşkucu Olmaktan Nasıl Kurtulurum?
Nasıl mı? Önemli olan öncelikle kendimize olan tam güvenimiz. Kendimize olan sevgimiz, saygımız ve sonra da başkalarını oldukları gibi kabullenebilmemiz. Yaşamda rahat olmak da başka bir yöntem. Kendi sınırlarımızı çizebilmek, en doğru çözümlerden. Kendi sınırını çizip de kendini korumaya aldığın zaman, kimseden korkmaya, şüphelenmeye, kuşkulanmaya gerek kalmadığını anlayacaksın. Korkmadan bu çözümleri dene; sonucun başarılı olduğunu göreceksin. Kuşkuyla bakanın olduğu yerde, beklenen, korkulan davranışı yapan da vardır.
Kuşku Üstüne
Kral I. James döneminde İngiltere Başsavcısı ve İngiltere Lordlar Kamarası Şansölyesi olarak görev yapmış İngiliz filozof, bilim insanı ve devlet adamı, Francis Bacon’ın ‘Kuşku Üstüne’ adlı denemesini bu yazıma güzel bir örnek olsun diye, siz okuyucularımla paylaşıyorum.
“Kuşlar arasında yarasa ne ise, düşünceler arasında kuşku da odur: ikisi de hep alacakaranlıkta uçarlar. Kuşkularımızı baskı altına almak, hiç değilse gözaltında bulundurmak zorundayız, çünkü kafamızı bulandırır, arkadaşlarımızı yitirmemize yol açar, işimizi altüst eder çığırından çıkarırlar. Kralları zorbalığa, kocaları kıskançlığa, bilge kişileri bocalamalara, kara düşüncelere sürükler kuşku. Gönlümüzün değil kafamızın bir yetersizliğidir kuşkular, çünkü İngiltere Kralı VII. Henry’de örneğini gördüğümüz gibi, en yiğit yaradılışlarda bile baş gösterdikleri olur. VII. Henry’den daha kuşkulu, daha babayiğit bir insan olmasın. Bu yaradılışta kişilere kuşkunun pek zararı dokunmaz, çünkü böyleleri çoğunlukla enine boyuna düşünür, haklı bir neden bulmadıkça bir konuda kuşkuya kapılmazlar. Korkak yaradılışlarda ise kuşku çok kolay kök salar. İnsanı, az bilmek kadar kuşkulandıran hiçbir şey yoktur, onun için kuşkuyu bilgimizi artırmakla yenmeye çalışmalıyız, sürekli içimizde taşımakla değil. Ne istiyor insan? Çalıştırdığı ya da birlikte iş gördüğü kimseleri birer ermiş mi sanıyor? Onların da kendi çıkarlarına bakacaklarını, her şeyden önce kendilerine çalışacaklarını bilmiyor mu? Bu bakımdan, kuşkularımızı gidermenin en iyi yolu, bu kuşkular gerçekmiş gibi işlerimizi görmek, yanlışmış gibi de dizginlemektir. Kuşkularımızdan, kuşku duyduğumuz şey gerçekmişçesine tetikte olmaktan yararlanmalı, ancak bundan zarar da görmemeliyiz, insanın içinde kendiliğinden doğan kuşkular, sinek vızıltısını andırır; ama başkalarınca içimize sokulan, yapay yoldan beslenen, dedikodularla, fısıltılarla uyandırılan kuşkular çok can yakar. Gerçekte, böyle bir kuşku ormanına düşen kimsenin yolunu bulabilmek için başvurabileceği en doğru şey, kuşkulandığı kişiyle açıkça konuşmaktır. Böylece, hem insan gerçeğin iç yüzünü eskisinden daha iyi öğrenmiş olur, hem de karşısındakinin kuşku uyandırabilecek davranışlarından bundan böyle sakınmasını sağlar. Ama, bayağı yaradılışta kimselere bu yol uygulanamaz, çünkü onlar kendilerinden bir kez kuşku duyuldu mu bir daha hiçbir zaman içtenlik göstermezler, İtalyanlar, “Sospetto licentia fede”, derler, kuşku inancı başından savarmış sanki. Oysa gerçekte kendini haklı çıkarabilmek için, inancı körüklemesi gerekir.”