BİR ŞEHRİN ANATOMİSİ ‘GÖNYELİ’-2

Gönyeli’ de köylüler, evleneceklere el birliğiyle, imece usulü, dayanışma usulü, karşılıksız yaparlardı.

Gönyeli’ de köylüler, evleneceklere el birliğiyle, imece usulü, dayanışma usulü, karşılıksız yaparlardı. Gönyelili elmas başlıklı gelinler, gelin onarıcı tarafından kapı kapı gezilir emanet elmas takılar alınır, o gün gelin olacak geline takılarak süslenir ve o gününün çok güzel, eksiksiz geçirilmesi sağlanırdı. Hatta, emanet gelin kıyafetlerini birbirleriyle paylaşarak masrafları azaltmak gibi kadın dayanışması, imece usulü yaşanmışlıklar vardı.
Elveda Nostalji ‘Gönyeli’

Yazarın anlatımıyla: “Ah ne günlerdi o günler.” ceryanın olmadığı, garagandillerde nakış işleyip ders çalıştığımız çalıyla saçta bittalar, katmerler pişirdiğimiz, yemek yaptığımız kazanlarda ısıtılan suyla, vura vura tokuçla çamaşır yıkadığımız, sabun yerine kül kullandığımız. Galbırdadan patlattığımız. Yere attığımız sesta üzerinde katık ekmek yediğimiz. Bağdaş kurup kuru soğana yumruk vurup soğanın cücüğünü tane tane olmuş iri taneli bulgur pilavını tahta kaşıkla yediğimiz, ekşi yoğurdu sahanda kaymağını yemek için kaşık tokuşturduğumuz günler, hayal meyal benliğimde.

Kerpiç evlerimizin alt katında mutfak ve oturma odası bir göz, iki göz odada kerevetler, oturma tahta puflar, gavcardan puflar, tahta tokmaklar, hasır isgemleler, kıtık dolgulu garneppalar. Duvarda elekler, dallarlar tavanda merteklere asılı tel dolap içinde küflü peynir, kuru nor, samarella, pastırma. O dönemler geceden kalan yemeği tel dolaba koyarlardı. Buzluk yoktu. Dabaca denilen yine merteklere asılı dut ağacının kabuğu soyulur ve örülürdü. Üstü açık olurdu. Üstüne de çapıt pattaniye denilen dezgahta dokunan renkli kalın bir örtü. Trabeza denilen masanın üzerinde islim vardı. Gazyağıyla bombası vardı. Hızlı yansın diye bombalanırdı. Bekkası tıkanırsa; islim iynesiyle deliği sirtilerlerdi. Duvarda köşede tahta raf dolap vardı. Bu dolapta günlük kullanılacak şişelerde zeytinyağı, susam yağı, sirke, zeytin kabı, periskanda hellimler, kuru bakliyat, tuz, şeker baharatlar, çay, kahv; kısacası kiler dolabıydı. Kış kavunları, ispaholarla çepeçevre bağlı merteklere asılıydı. Sarmısaklar da merteklere asılırdı. Kırmızıbiberler, bamyalar, kurutulmuş soğanlar, alt katın ikinci odası oturma odasında ninelerimizin çeyizi seyfonlar, ziynet eşyalarımız, altınımız, gümüşler, beşibirlik bendolar, altın bilezikler. Hemen yanında borolarımız, çekmeceli, tahta oymalı çekmecelerinde özel eşyalarımız. Üzerinde beyaz tepe mermeri kesilirdi, konurdu (karatepe mermeri). Mermerin üstünde de kök ayna dediğimiz, kenarları altın yaldızı kabartma şekilli büyük bir ayna olurdu.

Genç kızlarımız, bu aynalar önünde saatlerce saçlarını tarar, putralanır el ve yüz kremleriyle onarılırdı. Ayrıca, soğuk algınlığı, adale sıkışması için kullanılan vazelinlerimiz koku, tütü, parfüm yanında kara sandıklarımız ve cehiz sandıklarımız. Evin kara sandıklarımız ve cehiz. Evin kara sandıklarında neler vardı. Dört ile yedi arası çift ve tek kişilik yorganlarımız, yemenilerimizse; sandığın küçük kapaklı hücüre denilen bölümde saklanırdı. Kapağı bunlara dayanır ve açık dururdu. Genelde sandığın sağ tarafında yer alırdı. Burada, daha önce söylediğimiz yemenilerimiz, mendiller, sargı, dantel ve el işlerimiz ve küçük masıra, iğne, makas türü şeyler bulunurdu. Büyük tarafta, daha önce bahsettiğimiz yorganlarımız, yastık yüzleri, ipek böceği ipliklerinden ipeklerden dokunan yarım şal çarşaflar, yedirme çarşaflar “GÜGÜL” çarşaflarımız, çilebezi, topunanhumayın, topunan kaput bezi, yüz peşkiri, silecekler, bohçalar vardı. Bohçanın içine gidecek kız veya erkek evine göre eşyalar sarılırdı, katmer gibi dürülür ve kanca iğneyle iğnelenirdi. Üzerine tütü dökülürdü. Bohçalar, kız evine gidecek olan, erkek evine gidecek olan diye; iki çeşit bohça hazırlanırdı. Bohçaları köyde yenge denilen, bu işlemleri yapan bir bayan kadın varıdı. En son yengelerimizden biri de Rahmeli Aba’ydı (Asker Ömer’in kayınvalidesi). Rahmeli Aba, oğlan evine gider bohçayı hazırlattırırdı. Ah ne günlerdi, o günler.

Daha Adını Sayamadığımız Nice… Sizlere Ömür

Sinemalarımız, depo, market olmuş. Ressam Hüseyin Bora’nın yaptığı resimler, badana boya olmuş. Bora ise, harpte şehit olmuş. Nostalji Gönyelinin güzel insanları, tatlıcı Mehmet Dayı’mız yok; mis gibi tatlı kokuları sarmıyor mahalleyi. Kalıpçı Rasim Usta’m yok aramızda. Sizlere ömür. Loklok Ali, Paşa Dayı, Manici Behlül Hasan Dayı, Şoför Ali, Süper kola satan Ahmet Dayı ve oğlu Mehmet, Kebapçı Aziz ve Derviş Dayı yok artık. Kahveci Şenol ve kahvesi yok. Muhtar Bekir Efendi’nin dükkânı, kahvesi, yok artık. Ya Kara Veli Dayı’mız, nerede? Ayakları kireçlenmiş adımcık adımcık giden. Manav Ömer, eniştemiz nerede? İki torba çimentoyu bir omzunda taşıyan o Şamişici Ahmet Dayı’mız, nerede? Beyaz önlüğüyle baldan tatlı dili ve şamişileriyle, Ahmet Rifat Dayı’mız nerde? Balonlarla, yemişlerle dolu arabasıyla, BökBök borusuyla sanki köşeyi dönüp çıkacak karşımıza. Hovarda Ali Dayı’mız da yok. Yana yana ellerimiz yediğimiz fıstıkları, basedemboları, badem içi cevizleri, leblebileri, kesme şekerleri... Bay Hasan Dayı’mız da yok, Evliya Dayı’mız nerde? MorningDrink diye şakalaştığımız. Asker Ömer, Hasanagi, Tosun Dayı’mız, Derviş Ali, Hasan Bakkal, Süreyya Abla, Ayşeli Gadın, Yusuf Solak, Fatmalaba, Çoban Hüseyin Dayı’mız, Karayeğen Dede’miz, Efe Dayı, Ebe Şifa, Dereli Ömer, Ali Amca, Yusuf Kanlı, Yalçıcı Adem, Bakkal Mustafa dayı, Fevzile Abla, Nejdet Dayı’mız, Selahaddin Eniştemiz de yok. Berber Ahmet, Mastre, Yıldıray, Cimbomcu Muhtar Hüseyin, yok. Ali Amca, Şakir Usta, daha adını sayamadığımız nice ‘Gönyeli’mizin Çınarları’ yok.

Nereye Gidiyorsunuz Böyle Hızlı Hızlı

Nereye gidiyorsunuz böyle hızlı hızlı? Beni da alın, çocukluğumun olduğu yere götürün beni! Ben, sizinle çok mutluydum. Elma şekerleri, balonlar, dondurmalar, gannavuriler, basdellagiler, şamişiler, kuruyemişler, şekerler, tatlılar, lokumlar; o günleri istiyorum. Çocukluğumu istiyorum. Ya, sizler de gelin ya da beni da alın! Hoşçakalın!”








Bu haber 79 defa okunmuştur

:

:

:

: