HP Genel Başkanı Kudret Özersay, Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’nde çıkan kararı değerlendirdi:
Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi toplantısında alınan karar aslında pek çok açıdan son derece önemli olduğunu belirten HP Genel Başkanı Kudret Özersay, Taşınmaz Mal Komitesi’nin (TMK) kuruluşunda ve yasasının yapılmasında kendisinin de görev üstlendiğini hatırlatarak şu değerlendirmeyi yaptı
1- Dün Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’nde yapılan oylamanın TMK ve Kıbrıs Türk tarafıyla Türkiye’nin istediği yönde çıktığı ve olumlu olduğu bir gerçektir. Ancak sevinç çığlıkları atmak yerine temkinli bir iyimserlikle hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Neden? Bir kere karar çok az bir oy farkıyla istediğimiz yönde çıktı. Yani sonuç gayet daha farklı da olabilirdi. Kararın olumlu yönde çıkması bir yandan Türk diplomasisinin yoğunlaşan girişimleri diğer yandansa 2014-2020 arasında TMK tarafından kararı alınan ancak ödemesi yapılmamış olan başvuruların tazminat ödemelerinin de yapılmasıyla mümkün olabildi gibi görünüyor.
2- Öte yandan tehlike henüz geçmedi. Çünkü Haziran 2025’te konu yeniden değerlendirilecek. Bu nedenle de TMK’yı uzun süredir hafife alan yaklaşımları terk ederek ciddi şekilde çalıştırmaya özen göstermemiz şarttır. 2021-2024 arasında TMK tarafından alınan kararların ödemeleri ve bekleyen başvuruların hızla değerlendirilmesi de dahil dünya insan hakları sistemi içerisine eğreti bir biçimde dahi olsa kendine has bir model ile girmemize imkan veren TMK konusunu ciddiye almak ve göstermelik olarak değil son dönemde olduğu gibi ciddi şekilde çalıştırmalıyız, etkili bir iç hukuk yolu olarak canlı tutmalıyız. Buna paralel olarak da hem Strasbourg’ta hem de dünyanın çeşitli merkezlerinde aktif bir diplomasi yürütmeliyiz.
3- Peki dün bertaraf edilen tehlike neydi? Hiç detaya girmeden özetleyecek olursam eğer geçmişte AİHM tarafından alınan birtakım kararlarla TMK, Türkiye aleyhinde Kıbrıs’taki taşınmaz mallar bağlantılı dava açmak isteyenlerin tüketmek zorunda oldukları iç hukuk yolu olarak tarif edilmişti; AİHM’e gelmeden önce TMK’ya gidilmesinin zorunlu olduğu konusu tartışmaya açık olamayacak kadar sarih şekilde ortada durmaktaydı, kararlar netti. Öte yandan bireyler TMK’ya gelmezden önce ya da gelmek istemezlerse geçen sürede bahse konu taşınmaz mallar ne olacaktı? İşte bu noktada Rum tarafı Avrupa insan hakları sistemi içerisindeki bir mekanizmayı kullanarak AİHM’ne geçmişte kendi aldığı bir kararı yorumlatmak istemiştir. Dünkü oylama Rum tarafının bu zorlama yorumunu teyit ettirmek için AİHM’ne bir yorum yaptırma girişiminin oylamasıydı ve o talep kabul edilmedi.
4- Dün yaşanan olumlu gelişme de dahil genel anlamda TMK’nın göstermelik değil etkili şekilde çalıştırılması aslında son dönemde Kıbrıs Rum liderliğinin başlatmış olduğu tutuklama hamlesi açısından da bir ZEMİN KAYBI anlamı taşımaktadır. Ancak buna rağmen Rum siyasi elitinin özellikle iç politikada güç kaybetmesi nedeniyle bu tutuklama ve benzeri dava hamlelerinden hemen vazgeçmeyeceğini düşünüyorum. Bu konuda TMK haricinde başka neler yapmamız gerektiğini geçmişte kendimce anlatmaya çalışmıştım, şu anda onları tekrar etmeye gerek yoktur.
5-Dün yaşanan gelişme ertesinde yetkili konumda olanların (örneğin Dışişleri Bakanlığımızın) açıklama yaparken çok daha dikkatli olması, kelimeleri özenle seçmesi gerektiği düşüncesindeyim. 1974 ertesinde kurduğumuz ve evet kendi içinde bir mantığı bulunan ama uygulamada adaletsizlikler de yaratan KKTC mülkiyet rejimi bazı açılardan ciddi şekilde sıkıntılıydı. Anayasada yer alan maddelerin yorumundan hareketle bu sıkıntılı noktaları insan hakları sistemi içerisine dahil edecek şekilde TMK’yı kurduk ve TMK’nın Anayasamıza uygun olduğu Anayasa Mahkememiz tarafından da açıkça teyit edildi. Dolayısıyla iç politikada puan toplamak için ya da bazı kesimlere şirin görünmek ya da “verdik ağızlarının payını” demek için naralar atmaktan vazgeçmeliyiz. Bu işler akılla, mantıkla, hukukla ve diplomasiyle yürütülmek zorundadır.
6- Bir diğer önemli konu da statik değil dinamik bir yaklaşım ortaya koymakla ilgilidir. TMK konusunda hem başvuruları, hem süreçleri hem de alınan kararların uygulanmasını hızlandıracak yeni bazı adımlar atmamız ve bu konularda yaratıcı fikirler ortaya koymalıyız.
7- Sonuç olarak TMK ve Avrupa Konseyi’ndeki süreçlerle ilgili daha çok şey söylenebilir elbet. Örneğin Kıbrıslı Rumların kuzeyde terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlar konusunda biz (AİHM’in zorlamasıyla dahi olsa) TMK’yı kurup bir çare, bir iç hukuk yolu yarattık ancak Kıbrıslı Türklerin güneyde terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlarıyla ilgili olarak güney Kıbrıs’ta etkili bir iç hukuk yolunun var olduğu iddia edilemez diye düşünüyorum. “Tazminatlar çözümden sonra ödenir” maddesi güneyde hala yürürlükteki mevzuatta duruyor maalesef. Önümüzdeki bir yıl boyunca bu konuyu ve bağlantılı hususları daha çok konuşacağız gibi görünüyor. Umarım bunu gelecek yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde malzeme yapmadan akıl, mantık ve uluslararası insan hakları hukuku temelinde tartışır, ülkenin ve Kıbrıs Türk halkının yararına olacak şekilde ileriye taşırız. İhtiyacımız olan budur diye düşünüyorum.